Uyandım. Yanıyorum. Vücudumun derisini haşlayan alevin parıltısına gözüm takılıyor. Acıyı hissetmiyorum fakat kendiliğinden başlamış bir yangın değil bu. Bunu hissediyorum. Yangın çok nizami şekilde başlatılmış. Her şey son bulduğunda araştırılmalı, failim meçhul olarak kalmamalı. Bu kapana nasıl kısıldığımı hatırlamıyorum. Artık yaşamaya değil hatırlamaya çalışıyorum. Vakayı araştıracak dedektiflere bir ipucu bırakmalıyım. Düşünüyorum. Şimdiden geriye sarıyorum. Hızlı olmayalım, fazla vaktim kalmadı. Burada uyanmadan önce en son neredeydim hatırlamalıyım. Hatırladığım en son şey huzurevinin sokağındaki çeşmenin yanından sola saptığım. Başka bir şey hatırlamıyorum. Tuhaf. Onca yaşanmışlığımdan hatırladığım tek şey bu sahne. Yoksa tek sahnelik bir yaşam mı sürdüm? Zihnim mi bana oyun oynuyor? Yoksa öldüm mü? Konudan sapmamalıyım. Evet sırtımda çanta var, sokakta yürürken verdiği ağırlığı hissediyorum. İki sahne arasındaki boşluğu yakalayamıyorum. Önemli de değil zaten. Sonuna gitmeliyim. Hâlâ sokaktayım. Koşuyorum. Arkamdan gelen ayak seslerini hissediyorum. Demir bir kapının önüne geldim. Kapıyı zorluyorum. Artık acıyı hissediyorum, rahat rahat bağırabilirim. Kapının üzerinde silik, beyaz renkle sayıların yazdığı turuncu bir tabela var. Okuyamıyorum. Bir el arkamdan omzuma uzandı, beni geriye doğru çekiyor. Birkaç el daha hissediyorum. Gözlerimi bağlıyorlar. Tok bir ses duyuyorum. Kapı açıldı. Gözlerim bağlı. Karşımda birileri var. Beyaz giyinmiş üç yüz. Kim olduklarını bilmiyorum ama bu yüzleri daha önce gördüğüme eminim. Birinin elinde enjektör var. Bu anı daha önce yaşamış gibi derin bir acı duyuyorum. Göz kapaklarım düşüyor. Galiba uyuyorum…