Genelde devrimler halkın istediklerinin olması için gerçekleşen eylemlerdir, yani benim bildiğim öyle. Peki ya bu devrimi halk gerçekten istemiş miydi? Yoksa bu kadarını beklemiyorlar mıydı? Ucundan olsa mıydı acaba yoksa çok da güzel mi oldu? O zamanlarda yaşamış olsaydım her görüşten insanla saatlerce oturup konuşmak isterdim. Tabii o anki kargaşa durumu buna müsaade etmiş olabilseydi.
Biraz bu devrimden bahsetmek istiyorum. İkinci Dünya savaşından sonra İngilizler ve Sovyetler İran'ı işgal etmişlerdi. Petrol kelimesini bile İngiltere olarak okuyorum bazen. Tabii şaka bir yana... Konumuza dönelim. Rıza Pehlevi tahta geçmişti. Halkın beklentileri, özgürlük ve artık sağa sola savrulmayan bir İran görmekti. Batıya karşı durulması beklenirken Batıya daha da fazla yaklaşılması halkı tabii ki de tereddütlendirdi. Tereddütler çok da boşa çıkmış gibi durmuyordu çünkü burada yaşayan İngilizler, İranlılara göre daha şatafat içinde yaşıyorlardı. Bu sizce de haksızlık değil miydi? Kendi ülkendesin ve sefaletle çay içiyorsun. Tabii çayı bulabilirsen. Ülkede İngilizlere karşı pozitif ayrımcılık mevcuttu. Şahın kendi halkına önem vermediği düşünülmekteydi. Amerika ve İngiltere'nin verdiği direktiflerle yönetilen halk lüks bir yaşam sürüyordu. Ama durun! Muhammed Musaddık adlı bir başbakan vardı ki bu başbakanı halk seçmişti. Musaddık da Şahtan hoşnutsuzdu. Halkın ötekileştirilmesi onu rahatsız ediyordu.
E şimdi ne olacak? Acaba bu Beyfendi İran'ı çekip çevirebilir miydi? Halkın gözünde kurtarıcı konumundaydı. Ama ne yazık ki İngiltere ve Amerika bu durumdan tereddüt ediyordu ve sonunda Musaddık görevinden ihraç edildi. 1963 yılına gelindiğinde Beyaz Devrim adı verilen modernleşme süreci başladı. Bu süreç sayesinde refah seviyesi artışta ve onu kovalayan ekonomi de yükselişteydi. Kadınlara oy kullanma hakkı verildi, okuma yazma oranını artırma çabalarına girildi, tarım hakkında köylülere eğitimler verildi, yoksullara gıda yardımlarında bulunuldu, eğitimin daha da zenginleştirilmesi adına çaba sarf edildi ve daha birçok yenilik...
Öte yandan İran Devleti zenginlerden topraklarını piyasa değerinde satın alıp daha ucuz şekilde köylülere sattı, köylüler toprak sahibi olmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam toprak sahibi olan köylü sayısının 2 milyona yakın olduğunu söyleyebilirim.
Her şey çok güzel görünüyor bence. Biraz özgürlük bekleyen halk sanırım istediğine ulaşıyordu.
Din adamları ve ülkenin zenginleri ise bu durumdan hoşnutsuzdu. Aslında nedenini sormaya çok da gerek yok çünkü cevabı çok az düşününce bulabiliyoruz ama ben yine de söyleyeyim:
Din adamları İran kültürüne yazık edildiğini düşünürken zenginlerin de eskisi gibi zengin olmaması hoşnutsuzluklarının nedenleriydi. Şah'ı vatansever olmamakla suçlayan din adamları mevcuttu ama biri vardı ki İran'ın en önemli, en popüler din adamlarından biriydi. Hatta Beyaz Devrim'e karşı protestolar düzenlemiş, bundan dolayı da tutuklandığı bile olmuştu. O kim miydi, işte burada keşke bir reklam arası verip heyecanı arttırabilseydim.
Ayetullah Ruhullah Humeyni.
Humeyni'yi destekleyenler oldukça çoktu. Tabii Irak'a sürülmesi kaçınılmazdı. Bu süreçte İran Şah'ı komünistlere ve kendisine karşı gelenlere işkenceler yaptırıyordu. Süper güç olabilecek potansiyele sahipken petrole zam yapıp, reforma olan harcamaları dengeli tutmayınca "hoop" ekonomi tekrar çöküşe geçmeye başladı. Komünizm neredeyse en büyük düşmanıydı hatta bunun için din adamlarına maddi manevi destek yağdırdı. Unutulan bir şey vardı. Acaba unutulmuş muydu gerçekten yoksa mıh gibi akıllarda ve ortaya çıkması mı bekleniyordu. Tam da dediğim ikinci seçenek gibi oldu. Humeyni Irak'tan Şah'a karşı düşüncelerini protesto edercesine aktarıyor ve halkın büyük bir bölümü Humeyni'yi destekliyordu. Eylemler arttıkça arttı ve ekonomi çöktü. Humeyni onu destekleyenlere, "Yeni bir İslam Devleti kuracağız!" diye sesleniyor ve desteklerini arkasında tutuyordu: Şah bir makale yayımlamış ve bu makalede Humeyni'nin İngiliz ajanı olduğunu söylemişti. Eyvah, sanırım bu çok büyük bir yanlıştı çünkü eylemler yapan halk fazlasıyla kızmış, eylemleri arttırmıştı. Bunlar yıllarca sürdü. Yılı hatırlamıyorum, bir sinemada büyük bir yangın çıktı ve bu yangında 400 kişi hayatı kaybetti. Bu yangını kim çıkarmıştı? Şah mı yoksa din adamları mı? İki tarafta birbirini suçluyordu. Eylemler bu yüzden daha da artış gösterdi. Sıkı yönetim ilan edilmişti. Halk ile devlet birbirine girmişti. Ortalık fazlasıyla karmaşa içindeydi. Tabii halkın tamamı Humeyni'yi desteklemiyordu. Hem Şah'ı hem Humeyni'yi desteklemeyen gruplar da vardı. Her şey içinden çıkılamaz bir hal almıştı. Şah İran'dan kaçmak zorunda kaldı ve 2500 yıllık monarşi sona erdi. Halk Humeyni'yi bekliyordu. Beklenen oldu. Humeyni İran'a geldi. Devrim düşmanlarının kimi sürgün edildi, kimisi de idam edildi. İslam mahkemeleri kuruldu, gazetelerde idam edilen kişilerin fotoğrafları yayımlanıyordu. Kadınlara kapanma zorunluluğu gelmişti.
Benim düşüncemi soracak olursak, eylemlerden, komünizm karşıtlığından vesaire birçok insan vefat etmişti. Barış ve ortayı bulmak her zaman en doğrusuydu. Bu tarz karmaşıklıklarla başa çıkılabilseydi o kadar can kaybı olmayabilirdi. Kendi fikirlerimi konuşmayı çok da istemiyorum ancak çok basit bir soru sorabilirim.
Özgürce giyinebildiğiniz bir ülkede mi yaşamak isterdiniz yoksa size dayatıldığı gibi giyinmek zorunda olduğunuz bir ülkede mi?
Nimet R
2021-04-24T20:30:51+03:00FREEDOOM ✌🏻✌🏻✌🏻✌🏻