Bayağı sonra ilk kez tekrar karşılaşmak istedim. Kafamı kaldırma cesareti bulamadım. Ha gayret bir güçle yattığım yerden perdeyi araladım biraz; o girsin odama diye zorla. Bakmak zorunda kalırım, diye düşündüm, ışığını odama daldırmış benden selamına cevap beklediğini umduğum şeye.

Öyle utandım ki. Ben ona baktım, o bana bakmadı; karanlıkla işaretledi sanki beni. Utancımı saklayamayacağım kadar bildiğim biliniyordu artık çirkinliğimi.


Bakıyor muydu, onu da anlamıyordum. Buranın sanki bütün ömürlerine karşılık gelen, bambaşka bir zaman dilimince verilmiş bir aradan sonra ikinci bakışımdı sanki oraya. Hemen kapattım yine gözlerimi. Çok zaman geçmişti; yanımda hiçbir rüyamda görmediğim ölüler, bilmediğim kervanlar, hanlar-hancılar... Hepsi birden geçmişti. Ama hiç de birisi ses etmedi. Ben nasıl yalnız ağladım... Güvendiğimi sandığım soluk yavruağzı naylon banyo tasıyla yıkanırken gördüklerim ve güvenmediğimi bildiğim, bu pırıltılı duvar kağıtlarını gösteren iki gözüm de benim gibiydi. Ama çok utandım. Utanacak her şeyi bu hızın içine çoktan katmıştım. Perdeyi çekemesem de gözlerimi kapadım. Bunu hayal ederek cüret etmemiştim oraya bakmaya, binlerce tek sayı kere tövbe... Şimdi üstüme alelacele tutuşturdukları meşale karanlığında bir mahkeme kurulacak olsa şansıma... Ve olur ya, ben kendimi savunmaya kalkabilsem... Ben kendimi bir sefer savunmak için kalkabilsem yine ne diyeceğimi bilemezdim. Derdimi de çaremi de bilemezdim.


İşte, ben ondan sonra hep elimin içinde bir çare aradım. Avuç çizgilerim farklıydı, onlardan birinde bir çare bulmam tembihlenmişti sıkı sıkıya herhangi bir hiç kimse tarafından. Dün gece, bu gece, yarın gece... Hepsinde asırlar olmuş ben çareyi ilk kaybedeli. O biliyor muydu, bilmiyorum, yan dönüktü bana ışığı. Gölgesinde bile yoktum, benim de gölgem ondan yoktu. Ne zamandır bildiğimi bilmiyorum, bazenleri inanacak gibi bile oluyorum bir gölgenin sahipliğine, sonra gülüyorum bu hayale.

Artık avucuma da çizgilerine de inanmıyorum. Binlerce tek sayı kere o yalnıza ağlıyorum.