Ses yükseldi taş duvarların arasından;

"Ah! Sizi hırsızlar, sizi merhametsiz hırsızlar, ne yaptınız!

Nasıl oldu da elimden günlerinizi çaldınız

Geleceğiniz benim içindi hani?

Bana adanmıştı sunaklarda ekmeğiniz ve kanınız

Nerede kösemeniniz, öldürmem gerektir o haini"

Sonra eşek geldi

Güzel ve pek cesurdu

Baldıran zehri getirdi Dionysos'un dalkavuğuna

Dionysos'un dalkavuğu, o; ne Tanrı, ne usta!

Tükenecek bir çınardı yalnızca ormanında

Onun belagat sahibi ve kalemşör senatörleri

Gemsiz insanlarıma buyruklar buyurunca

Öfkelerim yüceldi dağların ötesine

Haykırdım kesik dilim, bütün cimriliğimle;

"Öç alacağım geçmişimden kuşkusuz, elimde güç olunca

Bileklerini keseceğim senin bağ bıçaklarıyla

İnsanlarımın yolunu çizeceğim

İşte serçeler sürüsü, işte ağır curnata

Ufuktan belirip yerleşen dallarına

Sen, meydanıma ulaşan ihtilâllerinin son kalesi miydin?

Üzüm salkımlarından yurduma uzanan aylaklığın

Üzerini sulayan çınar, bana söz veren budala

İçinde ölüm korkusu var diye pak kalacağını mı sandın?

Ey kâğıt gözlü, maral yürekli tahta tulumu!

Sen miydin toy oğlanlarıma beşikler yontan kökünden

Namzedimin asık suratlarını susturan buhurdan

Porsuk ve murt dallarının yapraklarından döşek sunan

Sen miydin dağlarından sayhalar koparan

Yasalarıyla çocukluğuma konuşmayı nehyeden

Kaç kez hatırlanırdı o tiz sesim kovduğunda evinden

Şimdi yasaklanmak en uzak vatandır benim için

Artık geçmeyecek kanun rüzgârları çünkü şehrimden

Çünkü şehrim yarınlar için süslenen bir gelindir

Gelecek, o, yurduma hayat veren tek kelime

Geçilmez çığırtkan pazarlarımın hürriyetinden

Artık

Pazar yerlerim!

Bana öğretecektir nişan almayı, özlemimle soluklanmayı

Bağırmayı öğretecektir bana"

İrkildi dalkavuk ve korktu

Memleketim temizdi, memleketim sonsuz

Ürkekçe bir bakış attı, dilini yaladı

Öfkelerini topladı, soluk aldı ve yanıtladı;

"Geceleri rüyasında uçan bir çınardım ben

Alçaklara bakmazdım hiç, hırpalanırdı yaş avcum

Kanatlarımı taşımak için kuşanmak yaprağı, ışığı, geceyi

Ulaşmak için gökyüzüne

Islanmam gerekirdi

Yükseldikçe canlanırdı şölenlerim

Canlanırdı türediğim kitaplar

Sayfalarca budanırdı kavkımdan

Ben, güzleri hürriyetine göçen bir çınardım

Göğün kutsal korularında demlenen

Kımıldatan seneyi mevsim yelpazemden

Seyrederdim insanı toprağını sürerken

"Çünkü yalnızca o kendini bilir, ötekiler uçuşan gölgelerdir."

Hissederdim ağacı, böceği, baharı ve gülü

Zihnime durmadan çakılırdı gürültü

Ama bilirdim

Yalnızca sessizlik dinlemeye değerdi

Sessizlik, orada yıldıramazdı beni çünkü korku

O zaman bulurdum farkını duymanın ve dinlemenin"

Suskunluk dilemişti çınar, farkındaydı çünkü

Nadir olan her şey enderler içindi

Ben bunu bilen ve cevap vermek için

Zamanın en kıymetlisiydim

Toprağından kımıldayamayan düşmanıma

Sesimi yükselterek devam ettim;

"Öyleyse duy ki beni ey yıldızlara bilenmiş çınar!

Ey huysuzlanmanın arsızı olmuş

Söz kesmekten kazanmayı ardında bırakmış çınar!

Duy ki, kesik köprülerimden geçme sakın

Çünkü ağaç bitmez o köprülerimde

Orada kurumuştur eski yaş kütüklerin

Yaşamayı arzulayan çığlıkların ulaşmaz yaşama

Bağlılık yalnızca evine verdiğin yemindir orada

Ormansa senin evin, uzanmıştır karanlığa

Dalına kokular sürdükten, ipek şeritlerden bir taç taktıktan sonra

Sürgündür şimdi serçeler o hoyrat kahkahanla"

Anlaşılmaz gözlerle izliyordu beni duvarlar gibi

Midesini yarmak, insanlarımı kurtarmak gerekliydi

Dinlemeliydi arzularına yenilmiş, kibriyle bağıran çınarı;

"Ben o sevinç parıltılarımla tutunurdum göğüme

Bulutlar üstünde serçelerle oynaşırdım

Kızların korosunda lir çalardım ve bağışlardım ufalandıkça

Yok olmaya daha yaklaşan tüm hayâlleri

Çünkü hayâllerin yolu hep gökyüzüme çıkardı

Ne kadar anlamsız söz bulsam ki, kanı

Ekmeği ve günahı

Uyandıkça hatırlanmayan uykumda

O zaman anlardım

Kalemimi elinden bırakmayan düşkünlüğün

Sana sorduğu dersi ve yüz bulmayı

Çünkü nefessizken yaşamayı yurdun öğretmişti bana"

Sahte merhametiyle seslenmişti çınar bağrıma

İhtirasına kapılmış bu sefihi kandırmak

Ona bir yasa sunmak ve bağışlamak

Avuçlarla köklerine su salmak gerekirdi

Öyleyse tiz bir sesle yüreğine seslendim onun;

"Yolu buldum, yola düştüm, yoldan kaldım ardında

Islanmak ne de zormuş karanlık ormanında

Söyle bana, verdiğin eski sözlerini asla tutma

Söyle bana, hatırlar ve unuturum aklımla

Yorulayım demeyesin tükenip sakın ola!

Çünkü yorulduğunda bir Fenike masalıdır

Büyük Baba'nın dillerinde parçalanmış şarkısı

Yamaların seni vahşilerden koruyor mu korkak çınar?

Nereye kaçtı hani kadim dostunun aşk şarkısı?

Bana bir sır ver ya da çarçabuk unutayım diye

Kök salmasını göster bana, yavrulamayı

Atölyem için karnından kaynaklar budamayı

Ben bilirim sana doğacak baharlar var kuytuda

Bulurum yapraklarına sunulacak damlayı

Çünkü nefesimi israf etmeyi yurdum öğretti bana

Yürümek için pek muhkemdi çakıllı yolum

Oysa küheylan verdiler geleyim diye yanına

Hiç gitmemişler, benden önce varmamışlardı hiç

Bilmemişlerdi bozuk arzular meltem bile estirmez

Söyle hadi, insan toprağı sürmekte nasıl ustalaşır?

Sapan sürmeye yeter mi kara topraklarımız?

Ya o kör toprak bana buğday ve arpa verir mi?

Kuruyan dalların meyvelerimin ağırlığıyla eğilir mi?

Kara bahtlarla dolu küpten içtiğinde kendini

Kemirici bir açlık yeryüzünde hiç kovaladı mı seni?

İnilti ırmağın mı pınarında ürpermeme gebeydi?

Yoksa dehşet ırmağını mı insanlarıma sundun?

Duydun mu kolundan üreyen çoban flavtamı?

Oysa susuz çayırda otlamayı sürün kabul etmezdi ki

Yere akan kandan doğan devlerin savaşı mı?

Bir at coşkun yürekli değilse cesaret edebilir mi?

Yoksa sen coşkun ruhların yenilmediğini daha görmedin mi?

Beden için savaş, ruh için müzik yeterli mi?

Söyle bana onbirlerin uşağı mı öldürdü efendimi?"

Kafası karışmıyordu türeten vahşiliği

Oyun bu koca çınarın tek karakteriydi

Ama hiç olgunlaşamamış, hep yalnız

Eğilmemişti hiç aklı ufakken, besbelli

Yaşlanmış, buruşmuş, bunak

Bir çocuk gibi yanıtladı zehrimi;

"Savaşlar yapardım hep, senden önce

Sonra çıktığında şehrinden elinde bir buyruk

Ve karşımda irileşen gözlerini görünce

Merak ettim senin

Sahte gülüşünün ardına sığınan yarım kalmışlığı

Ruhundan beri yaşatan mı, seni yaşayan mı belletmişti

Tanrıca kendini tanımanın en iyi yolunu sana?

Belki de atalarının azat ettiği ruhlar sürüsünü sunaklarda dizginleyen

Belki de rüyaların sunduğu yaşlanmış yurttaş çelişkisi

Uyanınca hatırlanmak üzere usanmamla bezenmişti

Hayat, ölüm için soğuk bir memleketti

Bekleyiş bilirdi yalnız, yıldızlar döndüğünde

Yaşam sonunda beni nereye götürecekti

Bekleyiş; hakiki aşkta bedenimi saran oydu!

Hakiki aşka ulaşmak için merhamet elimi uzatıp

Maval okuyan sığırtmaçlarımla yorulmadan coşardım

Çünkü usanmak ve yorulmak rüyalarda bulunmazdı

Ve belliydi, gözlerin iyiliği için okunurdu romanlar

Peki rüyalar hangi aklın esiriydi?

Merak ederdim

Bozulmuş kaç yemin bir aşkla paklanmıştı?"

Bu vahşiyle girişmek düelloya ölmek demekti

Fark ettim

Çınarın kavkına kazımam gerektiğini devrim tümcelerimi

Çünkü sevgi paklanacak kadar kirlenmemeli

Ve yaşamak için bir nefes gibi

Gözlerim kapalı direnirken

Dudaklarımdan insanıma şu deyişler yetişmeli;

"Kirli yüzlerin soldurduğu

Taş duvarlar ardına gizlenen bir halk için

Beklemekten daha şiddetli bir azap var mıdır?

Öyleyse ekmek ve şarap ne için sunulmuştur

Sunulduğu nesil kimindir ve töre nedir?

Ekini yağmur ıslatmaz

Sofra karın doyurmazsa

Mermerlerde isminizi bulmak için zaman az demektir

Kabzanız boşsa ve tükenmek için aynalarca

Yol gitmeniz lazımsa

Kan akıtmak şerefse

Kirlenmemek için çamura dalmak namus demektir

Ağaçtan meyva çalmak göz hakkıdır

Tarlalara saban sürebilmek için yürek gerektir

Namlumuzu bir makasla kesilmekten kurtarmak için

Zihnini berkitmelidir insan, insanca

Benim!

Önceliğim

Gözleri dolmuş çocuklara

Önceliğim

Sözleri yol olmuş marşlarla..."