Tadına hiç bakmamış tanrı için, görkemli bir hayal gücüydü aşk, ve ölüm. Yarattığını kıskanması bundandı. Bahçeme tohum ekip hasatı yasaklaması bundan… bu yüzden yarıp göğsümü üryan aşka gebe kıldı çalapın eli beni. Var olduğuma delilin yegana mazeretiydi izi.


İzler ki, yaşımın yıl dönümleriydiler. Ömrümün hesabını onlarla tutardım. Otuzlarımda ölür, doksan yıllık yaşardım. Aşk kadar sonsuz, ihanet kadar keskin, annem kadar kırılgan, tanrı kadar bencil ve fakat kendim kadar özgürdü yaşamım. Bugünse kitapların ve insanların atası topraktan daha kurak, daha kadim ve otuzlarıma yakınım…

 

Aşkı tattım

Tenini içtim

Şarabı sevdim

Seviştim

Yaşadığımı işte böyle kaydettim

Nihayet ölüyorum

Tanrım…

Yaşamak, iz’lenmektir

Şimdi nasıl dersin ‘yaşıyorum’ ?

 

Ben ölürken matsada, elindeki ekmeği isa’yla aynı sahana bandı onikilerden biri. Otuz gümüş olarak zabtedildi o gece ihanetin bedeli. Pay edildi kurayla inancın giysileri. Kulaklarım gördü, üçe dek baba isa’yı yalnız bırakmıştı. Gözlerim duydu, üzgün üzgün yakarmıştı. Tacı dikenden olan kralların soyuna yemin ederim ki çarmıha ben germemiştim isa’yı…


Ki ben, bu tacın soyundanım. Çivilerler ellerimi göğüs kafesimde yaşattıklarım. Kitaplarımı aralarında pay eder ölümümü bekleyen dostlarım. Bezirganlarım, otuz gümüşe bedestende satarlar beni. Tanrı bile lanetler ticaretin böylesini. Vah ki kırmalıyım başıma bu tacı takıp yasıma koşan elleri…


Ey çarı ve mıhı süsleyen, ey elleri ve ayakları çiviyle kınalanan, ey tacı dikenden olan, ey kral, ey oğul, ey ilah;

Çobanı ben vurdum isa, koyunlar telef oldu. Üzülme, ağızlardan leş ve irin, ağızlardan kan ve kelleyle akan 'barabba’yı isteriz' talihsiz nidaları sustu. Boğazlattım pilatus’u. Horoz üç kez ötmeden, üç kez idam ettim petrus’u. Rüsva ettim ceninlere havarin iskariot’u.


Şimdi çağırın meryem’i isa’nın yasını tutsun. Bakireyi de çağırın mecdelliyi de… baba gelsin otursun. Sunulacaksa ekmek ve şarap, dört ve çividen alınıp sunulsun. Ama n’olur yalvarın tanrınıza, bu ölümü durdursun.


Vakit doldu. Hazır, yaşamın, aşkın ve ölümün birlikte mümkün olduğu katına, yasına çağırıyorken beni isa; aldığım emaneti gidip vermeliyim ona. Kralın diken tacını, başıma elleriyle geçirdi tanrı, bu son evharistiyada. Emir netti. Şarap deyip içtim, şakaklarımdan akan ihaneti. Aşka ve ölüme and olsun ki ödendi yaşamımın bedeli.


Haydi kalkın ve bakın, bakın şu çorbama ekmeğini banan ellere. Dün ölümle sevişmiştim onlar için. Beni çarmıha geren annemin saç tellerine bakın, çivileyen babamın gözlerine… başıma tacı geçirirken tanrının merhametine bakın. İzleyen sevgilinin vurulduğum gülüşüne… bakın ruhumdaki adına aşk dediğim izlere.


Vay ki aşıktım. Aşk, geçerli tek sebebimdi. Beni çarmıha çivilemem, tacı ellerimle giymem bundandı. Aşk ancak, kendini katledip yeniden yaratmaktı. Nasılsa ölüm vardı, öyleyse önce yaşanmalıydı. Defaatle dirilip ölerek yaşanmalıydı…

 

Yaşadım.

Kaydedin.

İz’leyerek

Ve iz’lenerek yaşadım.

Vakit tamam

Saat üçe geliyor…

Yetmez mi bunca beklettiğin, beni

Eli, Eli! Lema şevaktani? …

 

 

Beyza BAYRAKTAR