beyaz şarabım ve mavi serabımla çölde,

vizesiz yolculuğu peşliyor gıpgri bir gölge.

fısır fısır, ıslık, deli veya iblis groove’u.

kanına karışır ve künde.

bu destinasyona sahip değil hiçbir influencer.

çirkin bir şiir var küllükteki külde.

iki parmak arası, tütüyor fabrikamın bacası.

kaçık davulcu mizahına ait üç beş cümle.

ya da bir anglosakson ağzıyla “-ish”

vardiyalar dönüyor fabrikada.

benden, ben uyumuyorken çalıyor iş.

öyle profesyonel ki uzlaşacağım günü beklemiş.

şimdiyse sayıları takas ediyoruz.

herkes gibi ben de,

ki bu nadir bir müştereklik,

sevemedim düzeni.

terletiyor filan.

çölde bile kaçırıyorum şu treni.

aksi gözükebilirken, 

anlamaya çalışan bir sendikayım.

düzensiz bir düzende düzülmek bir yana,

hala açacağı olan bir anahtarlık almayı düşünmekteyim. 

bir kadının alanında, 

dinlenerek dinlemek ve yin.

seviyorum şu şişedekini de,

yabancı koltukları da,

on üçü de, kaşımayı da.

şu, hızlı yürümeme sebep kaosu bile hatta.

bunca sentetiklik içerisinde sinir bozacak kadar doğal karşılıyorum olan biteni.

şifaydı bana kabataş-bostancı hattı.

yirmi otuz beşe binmek, 

evden ayrılıyor gibi yapmak.

daha değerlisiyse, çölden vapura varmaktı.

duraklar, taşıtlar ve yoldan konuşurken

nereye bahsedilmeyen şu anda,

ve bi’ ton hırsızlık sularında, 

bahşedilen, aynı fakat başka bir dilde çene çalmaktı.

beyaz şarabımla, mavi serabımla yolda.

dönense dünya ve beklenti için fazla zorba.