Tanımlanamadan rafa kaldırılmış binbir düşünce ve bu sebeple kızmalarım kendime. Yıllarca aradım ne olduğunu, dürüst olmak gerekirse birkaç şey bulduğum da oldu. Günün sonunda elimde kalansa yalnızca kuvveti artmış bir kızgınlık oldu. Önce gözlerim dola dola doldurduğum ciltlerce defter düştü ellerimden. Yazamaz oldum. Sonra dostlarımı görmek istemez, tebessüm edip bir selam dahi veremez oldum. Şarkılar içimi kıpırdatmaz, güneş yüzümü aydınlatmaz oldu. Önce karşı binanın, bu eski mahallenin dokusunu bozan dandik pimapen pencerelerinden yansıyıp gözümü kamaştırmaz; sonra insanın boyunu haddinden fazla aşan kornişlerden dolayı binbir güçlükle astığım, aynı sebeple yarısı çıkıp yere değer hale geldiğinde dahi takmaya yeltenmediğim ince perdelerine rağmen evimin içine süzülmez oldu. Bir süre sonra zorunluluktan olsa gerek battı, dostlarım haklı olarak gitti ve sen ya benden ya da benimleykenki kendinden usanıp kaçtın. Şimdi oturdum, senin için kendime mektup yazıyorum. Güneş, internette yazan saate umuyorum ki uyaraktan, birazdan doğacak ve nefret ettiğimi bilmesine rağmen ışınlarını alnımın tam çatına doğrultacak.