Kanamasını bilmese bir yara,
İyileşmesini bilir mi?
Bu kaçıncı yanılgı oğlum, bu kaçıncı kürek böyle boşa?
Bir gözün güzelliğine aşk diye koşup, mış gibi sevilince,
Şaşırma, yeter...
Öğren artık şu zamanın adetini,
Bu çağda sevmek mucize,
Ve sevmek hep “mış” gibi..
Hikayesi olmayanın şiiri mi olurmuş?
Bir de yazarım diyordun yıkıntıların altından.
Dizeler kıtalar döksen ne olur bu şiire,
İsim bile koymadan?
Şimdi herkes yerli yerinde senin aşk sandığın bu öyküde.
Gördün mü haddini, bildin mi yerini söyle!
Senin şu düştüğün yerden kendine uzaklığın,
Düşlediğin yer mi gerçekten?
Bu dünyanın yalanına uyduramadığın o ayaklar,
Akılsız kalbin cezasına mahkûm.
Ne zavallı bir şey şu senin durmadan aynı yerden itilip,
Kendi cehennemine yuvarlanman…
Bu kaçıncı zannedişin, bu kaçıncı yanılışın aynı sanrıya?
Kalbin aynı yerden kırılıyor, aynı yerden şaşırıyorsun hep.
Üç gece önce seviştiğin,
Bir vedayı çok görüyor dördüncü günün sonunda!
Çünkü pek erken boşalıyor aşkla dolan yürekler.
Bir merhaba, iki seni seviyorum, üç orgazm
Onun da ikisi taklit.
Anla artık gör be salak adam…
Tapılmaz bu çağda insana aşk diye diye…
Aşk kelimesindeki harf sayısı,
Bir yüreğin atışına verilen kıymetten çok.
Bu kaçıncı “sonsuz” diye tutunma savaşın boşuna, elin ellerine?
Senin kadar kimsenin kimseyi tutmaya hevesi yok.
Herkes diğerinin kasığını yoklama derdinde.
Say kendin! Bir burada, iki burada, üç gelmedi işte.
Anla artık oğlum anla!
Yüreğinde güzellik barınmayanın sevdasıyla yaşamak,
Bir ömür etmiyor artık…
Ve hiçbir şiirle geçmiyor acısı.
Anla ve alış artık buna;
Mahkumsun o saf yüreğine…
Kanacak da başka bir şeyin yok.
Bil artık bil… Öğren şu zamanın adetini,
Bu çağda sevmek mucize,
Ve sevmek hep böyle “mış” gibi...