Her nerede ve her ne zaman yağmurları serpse bulutlar, bir kelebek belirir yüreğimde. Bu süruru saklarım, saklarım ve saklarım. Yağmura sövenlerin yağmura meftun olanlara saygısı yoktur çünkü. Islanmanın felsefesi benliğimde mündemiç kalır. 

Kimi yağmurlar kıyafetleri değil gönlü ıslatır, paklar. Sonbahar basit bir mevsimsellik kavramına indirgenemez. Hayatın dehşetengiz akışında manevi devrimlerin kapısını fiziki devrimlerin araladığını bu yolla öğrendim. Yağmurlar üzerine düşüne düşüne, sonbaharları tahayyül ede ede kendi ihtilalimi gerçekleştirdim.


Şemsiyenin işlevi neydi mesela? İnsan neyden korkup neyi sığınak yapıyordu kendine? İnsanı ferahlatıcı bir ıslaklıktan bunca tiksindiren neydi? Aynı yağmurda ıslanmanın hazzını aynı yağmurdan saklanmak, aynı yağmurdan kaçınmak verir miydi? Yağmurla savaşmayanlara, makyajı akmış, saçı sakalı karışmışlara, sırılsıklamlara deli gözüyle bakılmasındaki ana etken neydi? Kuru gezmek miydi aslolan, ıslanmamak mıydı kanunlardaki asıl norm? Didem Madak’ın dediği gibi:

“... insan ıslansa biraz aklından kuş sürüleri mi taşar?”dı?


Seneler önce öğrendim yağmurlara teslim olmayı, çok seneler önce. Hayattı, akıştı, bırak acıtsındı, bırak ıslatsındı. Yağmurlar hep yağacaktı, nereye kaçarsam kaçayım beni şemsiyesiz de yakalayacaktı. Güneşli bir havada, her şeyin yolunda gittiğine inandığım zamanlarda... Her zaman bir B planım olmayacaktı, her zaman bir sığınağım da.


Yağmurun kalbini, düşüncelerini, bedenini, zihnini, ruhunu, benliğini ıslatmasına izin ver! İzin ver ki suyun akıttığı kir misali tüm çirkinlikler senden arınabilsin. İnsanlar yok olma korkusuyla oraya buraya kaçışırken dikil yolun ortasına ve biraz ıslan. Seni yağmurlar kurtaracak, seni biraz ıslanmak. 

Yağmurlardan köşe bucak kaçmak yerine yağmurlara kaçtığımda, ıslanmak bana cefa değil sefa geldiğinde, böyle günlerde şemsiyeyi değil de yüzümü göğe yönelttiğimde anladım ben de.

Artık

ıslanmaktan

korkmuyordum.