İsmet Özel öldü diye haber düştü önüme.


Dedim ki şimdi ortada ne bir devrim var, ne de savaşertesi - İsmet Özel durduk yere ölemez. Yine de bir ihtimal? Bu hesaplaşmaya vallahi hazır değilim.


Ben öğrenciyken okumayı severdim hem şair Özel’i, bir de mesela, Boris Vian’ı. Küfürbaz bir dindar olarak Vian’ı, Paris’te bilmem hangi cafede Sartre ile atışan İsmet Özel’i birbirine karıştırarak severdim. Sonra şöyle şeyler olurdu: Saçlarımdan öpülmüşsem, İsmet Özel’in saçlarından öpüldüğü bir şiiri vardı mutlaka, hey baksana şurada yazana, derdim, daha çok öpülürdüm. Sonra çiçek almaya niyetlenmişsem, başka bir şiiri oluyordu -çiçek alıp eve götürüyoruz, bunun bir delilik olduğunu bile bile- diye yazıyordu, böyle daha çok mu seviliyordum, sevilmeyi mi daha iyi öğreniyordum? Çok içmişsem, yolda yalpalıyorsam, hah bunun da şiiri vardı, gecenin itliğini hor görüyorum - ve ayrılıyorsak, eh bu da muhteşem anlatılmıştı:


Kuş çığlığı senin bölgen. Benim bölgemi sorma.


İsmet Özel öleyazdı, gençliğimin zaten unutulmuş dilinin hatırasını da unutmak tehlikesi hasıl oldu. Ama dur bakalım. Ne devrim var, ne savaşertesi. Durumlar değişir. Ölümlülük de.