Kadıköy'de kırmız Tuborg alsın getirsin istedim deyü dayağını yediğim yirmi yedinci garsondan sonra sıkıntılı bir elemanla Galata Kulesi'nin on metre aşağısındaki apartıman'ın merdivenlerinde kürklü hanımların burun kıvırdığı basamakların birinde oturuyordum.


Oturuyordum ki, farkındalığımın bile benliğimin farkında varmayacak derecede sarhoşluğunun farkında değilken taaaam da,


Sıska, kır sakallı, gözlükleri buğulanmış, elleri cebinde, kambur, dönmekten topaçlarla yarışır rekabet halinde olan bir "lavuk" geçti tam önümden.


İsmet Hoca! diye bağırdım. Yıktım, geçtim, devirdim o lavuğu tam tamına, boydan boya testesteron seviyem kan hücresi başına 20 mg'ı geçmişken.


Kabaca bir saat olarak, Casio GM110 1A-DR'min dıt dıt, dıt dırı


dıt


dıt


sesinden hemen sonra.



İsmet Hocaya işte öyle temas ettim.


Siz sandınız ki, lavuk = İsmet Hoca,


Duysa bunu düşündüğünüzü, hangi ideolojiye bağlandığını kendisi bile bilmeyen topaçlarını/takipçilerini/müritlerini salardı üstünüze.


Ama o lavuk, alenen bir lavuktu çakma The North Face montuyla kondisyonu hala yerinde olan mature hanımefendileri arayan bir gece yarısı dallamasıydı. -ki en yanlış yerdir- götten yersiniz bıçağı çok afedersiniz.


Sarıldım, sarmaladım. Yalnızca yazanına, yaratanına anlamlı cümleleri kuran just another delusional bir karikatür tip olarak yazdıklarıma.


Dünya dediğiniz sirkin, zibilyon tane renginden biriydim.


Yazdığımdan ne ben bi şey anlardım, ne de benim zihnimin kimyasal reaksiyonlarına uzun uzadıya uzak bakire kadınlar...


Ruhum, çok ama çok yüksek bir yerlerdeydi, o yerlerde otururdu oturmasına yine gel gelelim kıçının üstüne ama yazmayacağım daha deyü binlerce kez yemin ettikten HEMEN SONRA,


kendini sokağın hemen köşesinde, belediyenin tamir etse de sürekli patlayan lambasının altında torbacının kucağında bulan esrar bağımlısı gibi buldum kendimi işte tam burada, Bubisanat nokta kom'da.


Ulan! Eşşoğlueşek, madem yazmadan duramıyorsun, yazsan ya bunu kimseye duyurmadan?


Yook. Ben, 21. yüzyıl dediğiniz bu cehenemde dürtüsel/duygusal susuzluğumla hayatımı mahvetmekte olan -evrene kıyasla- zibilyar (zibilyon değil bu sefer) tane toz tanesinden biriyim.


Yazmam bu kadar anlaşılmaz kelimeleri, anlaşılsam dahi bir şey fark etmeyeceğinden hep.


Çünkü neden bilir misin Sayın okur?


Ben cevabını bilirim, sanat sanat için midir, toplum için midir sorusunun cevabını.


Sanat, sanatçı içindir.


Sanat, onu icra etmez ise, delirecek olanlar içindir.


Bunun bir ötesi,


Benim gibi;


Çoktan delirmiş olduğundan, sanatı icra edenler içindir.



Sevgi ve selamlarla,


Bir yere gittiğim yok.


Bilseydim bir b*ka yarayacağını,


Zaten öldürmüş idim kendimi.


Ondandır gece yarıları sizi bu kelimelerle yor yor yoruşum.


Düşünebiliyorsanız eğer, düşündürüşüm.


Thanks in advance.