“Yarısı zakkumlum, yarısı güllüm. Kendimi bulmam için bir rehber gördüm. Yalnız, dilsizdi ve sen onu gayet hor gördün. Bir öğün için 10 ekmek kendine böldün,
ben güldüm."
Anne babalar birbirlerine olan öfkelerini o kadar çok yansıttılar ki o anların fotoğraf karesi gibi duygusunu da kopyaladı zihin. Tabii “korku” enerjisi eşliğinde bir kopyalama olduğu için de ileriki zamanlarda da aynı duyguyla bize korkularımızı yansıtanları hemen tanıdık!
Ardından bilinç bu kez bir başka alışmış olduğu büyük duygunun izini aramaya geçti, pişmanlık veya çaresizlikten kaynaklı üzüntünün sebep olduğu abartı bir “sevgi.” Bunu da yansıtıp karşılığını aldık mı tamam ohh güvendeyiz:)
Korku-sevgi ilişkisini gördüğümüz gibi öğrendik ve uyguladık!
Bildiğimiz, gördüğümüz, öğrendiğimiz kalıp davranışları, duygularıyla birlikte kopyalaya kopyalaya evrimleştik….
Hatırla! Kimsin sen?
Biz bu yola sadece yürümek için gelmedik, öylece durup değişen dünyaya seyre dalmak için de gelmedik!
Yolu yürürken çıkan zorluklarda, korktuğumuzda elini tuttuklarımızda, durunca uyuduklarımızda, özetle yaşam yoluna;
“an”larımızı anılaştırdığımız aynalarda ancak “kim” olduğumuzu görebileceğimiz için çıkmış olduğumuzu hatırlamıyoruz!
Büyüdüğünü ispatlayabilir misin? Ama önce kendine!
Yürümeyi yeni öğrenen bir bebek, annesinin elini bırakmak istediğinde anne dener önce, düşecek mi, düşmeyecek mi, düşerse kaldırır hemen. Sonra düştüğünde kendi kalkmasını bekler ki tek başına yürüyebileceğinden emin olmak ister. Anne bilir, merak etme!
Ağaç gibi tıpkı olgunlaşan meyvesini bırakır dalından.
İspatla haydi büyüdüğünü!
Önce emziğini atmaktan başla daha kolay gelecekse…. Sonra bırak artık annenin elini de yürü!
Çık hadi o kozadan...
Uçabiliyorsundur bile belki, kim bilir?
“Sen sadece uçmayı dene, sana 'insanlar kuş değil' diyenlere de aldırma.”