Psikolog Koral: Merhaba Sungur bey bugün nasılsınız?
Sungur: İyim ama iyi de değilim doktor.
Psikolog Koral: Peki biraz dertleşmek ister misiniz?
Sungur: Olur hocam ama sıkılmazsınız değil mi benim hayatım çok sıkıcı hiç iç açıcı değil.
psikolog Koral: Sıkılmam sen anlat.
Yalnızlık rüzgarları üzerime çöktüğünde savrulmuştu benliğimden duygular, tıpkı kuru yapraklar gibi. Issızlık içinde yanan bir mum ışığı ısıtmıştı içimde kalan son umut tanesini. Yolculuk vakti gelmişti belki sevince belki kedere belki de ölüme varacaktım ama yola çıkmadan bunu bilemezdim.
Sabah erkenden uyandım. Alışık değildim hiç bu saatte uyanmamıştım. Balkondan sokağa bakarken güneşin doğuşunu görüyordum. Yıllarca kitaplardan ve filmlerden duyduğum gün doğumuna ilk defa şahit oluyordum. Gözlerim kamaşmıştı kafamı hafifçe eğdim ve sokağa baktım. ilk defa sokağı bu kadar ıssız gördüm. Rüzgar biraz esmeye başlamıştı ki telefonuma kurduğum alarmların birincisi çalmaya başladı. Hemen kapattım ve diğer alarmları da iptal ettim. Artık erken kalkmama ya da işe gitmeme gerek yoktu. Ömrümü verdiğim işimden bir kısa mesaj ve birkaç kuruş tazminatla kovulmuştum. Düşününce kendime acıyorum, 18 yaşında başlayan üniversite hayatım ve ardından meslek hayatım ve bugün tam 12 yıllık bir hiçlik çabasını izliyorum. belki de biraz parka gitmeli ve hava almalıyım belki o zaman boğazımda düğümlenen acılar biraz azalır ya da kaybolur.
Karşı komşunun kapısının önünde yine onlarca ayakkabı vardı. Onları tanımıyorum ama her zaman misafirleri oluyordu. Benim aksime sevilen birisiydi galiba. Oysa tam sekiz yıldır kapımı kimse çalmamıştı, inanması zor ama kapıcı bile uğramazdı. Belki de bir kapıcımız yoktur en azından buraya taşındığımda Süleyman Amca adında bir kapıcımız vardı.
Apartmandan çıkarken her gün yaptığım gibi posta kutuma baktım. Her defasında boş gördüğüm kutuda ilk defa bir mektup vardı. Kimden gelmişti acaba? Banka mı ? hayır olamaz genelde mail atarlar ya da eski iş yerimden mi? hayır buda olamazdı belki de karışmıştır. Yoksa kim bana mektup yazsın ki ?
Umutsuzca mektuba baktım evet üzerinde ismim yazıyordu. Gönderen bölümüne Banu Tekinkan yazıyordu kimdi bu kişi neden bana mektup göndermişti. Böyle bir akrabam yoktu ya da iş yaptığım biri peki kimdi bu kadın?
Mektubu açtım ve okumaya başladım
"Sevgili Caner öncelikle merhaba Ben Çiçek.
Bu mektubu yazmak için çok çaba harcadım.
Sana beslediğim yoğun duyguları bilmeni istedim. Ben uzun zaman önce seninle aynı lisede okuyordum ve sana gizliden duygular besliyordum. Şimdi aynı üniversite ve aynı amfide bulunmamıza rağmen beni fark etmedin. Sürekli derslere odaklanman belki de sana değer veren ve seven birini görmene engel oldu. Ama beni görmeni ve sevgimi hissetmeni çok isterim."
Hatırladın mı bu günü Caner? Çünkü ben hiç unutmadım. Arkadaşıma yaptığın hataları hatırlıyor musun? hatırlasan bile pişman mısın diye sormuyorum çünkü sen pişman olmayacak kadar bencil birisin. Bunca yıl sonra neden bu mektup elime geldi diye düşünmeni istiyorum. Belki yaptığın hataları düzeltme şansıdır ya da geçmişten gelen ve peşini bırakmayacak bir cezadır.
Senden tek istediğim pazartesi günü Ankara'da olman en azından bunu yap çünkü çiçek çok hasta ve yakında ölecek hiç değilse ölüm döşeğinde olan birine yardım et. Zarfta bulunan numaradan beni ara.
Banu Tekinkan."
Banu, Çiçek hayır sizi tanımıyorum galiba mektup yanlış geldi hemen bunu düzeltmem gerek numara hemen aramalıyım.
Caner: Çalıyor Çalıyor Çalıyor... Alo.
Banu: Alo.
Caner: Banu hanımla mı görüşüyorum?
Banu: Evet siz kimsiniz?
Caner: Ben Caner... Caner Kuyulu.
Banu: Caner mi ? demek sonunda arayabildin.
Caner: Bakın ben sizi tanımıyorum büyük ihtimalle...
Banu: Bizi tanımıyorsun öyle mi bu kaçıncı yalan artık kendini de bizi de kandırma.
Caner: Anlamıyorsunuz beni ben gerçekten sizi tanımıyorum hatta sizinle aynı okula gittiğimize bile emin değilim belki de mektup mektup yanlış yere gelmiştir.
Banu: Peki sen istedin bunu seni gerçekten tanıyıp tanımadığımı merak ediyorsun o zaman şuradan başlayalım. Sen Caner Kuyulu ünlü Fizik Profesörü ve Yazarsın, Erzurumlusun 1,72 boyunda kumral ela gözlü birisin, yüzünde bir yara izi var tam sağ gözünün orada bir yılan şeklinde yara ve bu yarayı Nijerya'da korsanlar tarafından kaçırılınca yanındaki öğrencini kurtarmaya çalışırken yüzüne vurulan ısınmış bir demir parçasından aldın.
Derin bir sessizlik oldu o an kafamda anılar canlandı ve oğlumu kaybetmenin acısı beni deliye çevirdi. Çiçekle son sınıfta evlenmiştim. Bir oğlumuz oldu ben meslekte başarı üstüne başarı kazanırken oğlum amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Onu kurtarmak için gecelerce laboratuvarda çalışmalar yaptım tam dört sene çabaladım sonunda tedaviyi buldum oğlumu kurtarmak için onu İstanbul'a getirmek istedim. Arkadaşım Fuat oğlumu trenle getirecekti ben trenle gelmesini istedim çünkü otobüste midesi bulanır ve uyuyamazdı. Keşke Tren yerine otobüsle gelseydi belki o zaman hayatta olurdu.
Koral: Anlıyorum siz biraz dinlenin başka bir seansta tekrar konuşuruz Sungur bey.
Sungur odadan çıkınca Doktor Koral masasından kalktı ve eline aldığı gazete metnini okumaya başladı:
Koral: Ünlü yazar Sungur Anyas trafik kazası geçirdi. Sungur Anyas'ın acı günü: kazada oğlu eşi ve yakın arkadaşını kaybeden yazar Anyas sinir krizi geçirdi. Anyas oğlunun hayatını romana çevirdi. Sungur Anyas Bakırköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi altına alındı.
Koral iç çeker ve konuşur: Oğlu Caner eşi Firuze ve arkadaşı Fuat onun kullandığı arabada öldü. Bir baba, bir eş ve bir arkadaş olarak zorlanırken oğlunun yaptığı hatalarında sebebi olarak kendini görüyor. Bazen görüntü doğru değildir zihin hayaller üretir özellikle acıdan kaçmak için türlü türlü senaryolar kurar ve bunları gerçekmiş gibi yaşatır.
Furkan: Kardeşim nasıl olmuş yeni hikayem.
Mert: Baya başarılı ve güzel ben bile biran duygudan duyguya geçip durdum.
Furkan: Umarım bir gün herkes bu hikayeyi okur ve tıpkı buradaki gibi duygudan duyguya hareket eder.
Mert: Dur bir şey soracağım bu hikayenin adı.
Furkan: Güzel soru... ( ulan ne isim koymalıyım … hay Allah... buldum) İsmi İstasyon duygudan duyguya giden hikaye.
Mert: Güzelmiş.