Kiminle konuşmaya başlasam "Aman politika konuşmayalım, benim politika ile işim olmaz." deyip kendilerini tıpkı nasıl felsefeden soyutladıkları gibi soyutluyorlar. Politika, devletin kendisinin olmadığını bilmediği gibi kendi kendini de yönetmeyi bilmiyor, bilmediği gibi her zaman onu yöneten ve kendisinden başkasına boyun eğecek birisini istiyor. Aynı zihniyetin felsefeyi de sanki idealar dünyasıymış gibi görmeleri, realitede olanı da doğru kabul etmelerinden anlaşılmıyor mu bu durum? Bu, doxadan başka bir şey değildir. Geleneksel doktrinler insanı doğru düşünmekten, hatta düşünmekten alıkoyar. Bu yüzden gelenek dogmatiktir, us dışıdır. Çünkü sorgulamayı reddeder. Sorgulamayı reddeden her durum insan doğasına aykırıdır çünkü insan, doğası gereği bilmek ister.

 

"Siyaset" Arapça, "politika" Yunanca kökenli terimlerdir. Siyaset Arapçada seyislik, yani at bakıcılığı anlamına gelir. Politika Yunanca "devlet yönetme sanatı" anlamına gelir ve kökenini "polis"ten, yani şehir devletinden alır ama realitede olan politika, siyaset ile eş değer tutulur ve kavramla ilgisi olmayan yalancılık, düzenbazlık, yolsuzluk ve benzer birçok etik dışı durumu barındıran bir düzen olarak bilinir ve yaşanır.

 

İrade ya da istenç, belirli bir yapabilme gücünü ya da itici gücün varlığını belirtmek için kullanılır. İstenç; dünyanın ya da yaşamın, hem rasyonel hem de özgür bir şekilde gerçekleşmesi olarak bilinip tanımlanabilir.

 

Bu bağlamda hareket ederek söyleyebiliriz ki politikayı belirleyen öğe nedir? Tabii ki toplumdur çünkü toplum politik bir kavramdır. Toplumu oluşturan ise yurttaş topluluğudur. Yurttaş; anlam itibariyle aynı yurt üzerinde yaşayan, bir yurda yurttaşlık bağıyla bağlı bulunan kimselerden her biri olarak bilinse de Rousseau’ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Rousseau, devletin iktidara değil; yurttaşa ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir. Yurttaşlık kavram gereği etik olmayı, egemen olmayı gerektirir. Etik, insan doğasına uygun olan demektir. Etik olmak nasıl bilmeyi, bilgiyi gerektiriyor ise yurttaşında kendini bilmesi, kendini yönetmesi gerekir çünkü kendi istencini devlet yapan birey yurttaştır ve istencin eylemi de bütün bir ulusun istencini anlatan bir eylem olmalıdır.

 

 

Egemenlik anlam itibariyle hâkimiyet, bir toprak parçası ya da mekân üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudreti olarak bilinir. Halbuki egemenlik istenci ilgilendiren kavram ve en yüksek istenç, kendinden başka İstenci tanımamaktır.

 

Egemenlik kavramı yurttaşta kendini gösterir. Çünkü yurttaş başta özgür bir bireydir. Devleti güçlü kılan yurttaşların kendisidir. Yani buradaki güç kelimesi birbiri üzerine uygulanan güç değil çünkü herkesin güçlü olduğu yerde güçten bahsedilmez. Egemenlik yasasız olmaz. Yasayı belirleyen yurttaş. Yasa saltık bir güçtür ama kendisi saltık değildir. Çünkü yasa yurttaşın belirlenimi doğrultusunda değişebilir bu değişim gelişebilirlik anlamında olması için yapılmalıdır. Yurttaşlık kavramı özgürlük, etik gibi kavramları barındırdığı için özsel bir durum taşıyor.

 

 

Yukarıda bahsettiğim özgürlük, ideal bir durum oluşturulmasından ziyade aksine bir süreç oluşturuyor. Yurttaş bu anlamda devletin ve toplumun belirleyicisi oluyor. Yurttaş, devlete boyun eğen değil kendi koyduğu yasaya boyun eğen birey oluyor. Burada boyun eğme kölelik anlamında değil, kendi belirlediği yasaya uyma bilincidir. Tüm yurttaşın yasa belirlenimi evrenseldir. Genel istenç dediğimiz şey budur, yani her bir bireyin iyiliğini temsil etmektedir. Rousseau’nun genel istenci bu durumu anlatmama yardımcı olabilir.

 

Rousseau’ya göre genel istenç, insanlardan oluşan bir topluluğun ortak istenci olarak her zaman bütünün ve onun her bir parçasının korunmasına ve iyiliğine yöneliktir ve bu özelliğiyle yasaya kaynaklık eder.

 

“Bu genel istenç her zaman bütünün ve her bir parçanın korunmasına ve iyiliğine yönelik olduğu gibi, yasaların da kaynağıdır; devletin tüm üyeleri için, birbirleriyle ve onunla ilişkilerinde, haklı ya da haksız olanın kuralını oluşturur.” Rousseau, bu fikirleri açıklamak için şöyle bir örnek verir. Devlet içindeki tikel bir grup, söz gelimi dinsel bir topluluk kendi üyeleri ile ilişkisinde ortak bir istenç taşır. Öte yandan ahlaksal iyilik, kişinin tikel istencini genel istenç ile uyumlu hale getirmesini bekler; bu açıdan dinsel bir topluluğun iyi bir üyesi, aynı zamanda devlet için kötü bir yurttaş olabilir, çünkü bu topluluğun genel istenci onu kendi içinde kapsayan devletin genel istenci ile uyumsuz olabilir. Sonuç olarak en genel istenç, her zaman o denli de en haklı olandır: Devletin genel istenci, içerisindeki herhangi bir topluluğun genel istencinden daha genel olarak egemen olmalıdır çünkü daha haklıdır ve evrensel bir iyiye yöneliktir. Böylece meşru ya da halka dayalı hükûmetin ilk ve en önemli kuralı, her şeyden önce genel istenci izlemektir. Erdemlilik, tüm tikel istençleri genel istenç ile uyumlu kılmaktan başka bir şey değildir.

 

Tüm bu yazılanlara göre devletin genel ereği, evrensel gönençtir bu da ancak devletin idealini realize ederek olması ile olur. Aslında bu, yurttaşın da telosudur.

 

Bu durumda reelde olan politika ile ideada olan politikada arasındaki fark, hiç benzememesidir. Ortaya çıkan oksimoron durum için düşüncenin uslamlamasını size bırakıyorum. Ussal olan nedir? Kavramda olanı yaşamak mı? Yoksa Makyavel olmak ile pragmatik yaklaşım karıştırılıyor mu?