Dil yolların labirenti, yol varsa çıkmaz yoktur diyor tipini beğendiğim bir Avusturyalı. Ben buna ancak mısır koçanından pipomu içerek cevap veririm, makineli tüfekler efendim, makineli tüfekler. Ta ta ta! Her yolu açarlar, açmazlarsa kıyasıya mücadele edersiniz ancak yine açarlar. Şu an da para aynı rolü görüyor, paranın açamayacağı hiçbir kapıyı görmedi bu gözler. Belki gururlu bir papazı ama istatistikler söylüyor ki büyük kısmı sahtekardır. Samanlıkta iğne aramak deyiminin bir gerçekliği olmalı, yani var ki arıyorum. Onun orada olduğunu biliyorum ve aramaya devam edeceğim. Yürüyerek belki, dört duvar arkasından. Dün ilk defa dışarı çıktım uzun zamandır, sabahın körü, dünya daha utanmamış. Karşımda Galata Kulesi, tüm ışıklarıyla beni selamlıyor. Bir arabaya yaslanıp izledim ufak gözyaşları ile. Gözyaşları benim uzak akrabalarım, hangi hanedandan olduklarını bile bilmem. Yılda bir ufak bir ziyaret, aramamam gerek onu çarşamba günleri. Keşke ufak bir yağmur yağsaydı arkadan, ben de ona saklanıp gezseydim diyar diyar. Ancak dediğim gibi yasalar ve tehlikeler, kel kafasına yapıştırmak isterdim o Fransızın. İşte ufak gezim bunlardan ibaretti, kimseye selam veremedim. Yakındaki ben, hür adam, yorgunluktan çatlayana kadar yürüyecek gibi. Bugünün ulvi konusuna girene kadar biraz dans etmek istedim gerçeklerin üstünde. Bir konuyu açmak istiyorum ancak bundan çekiniyorum, nefret ettiğim insanlardan olmaktan ölesiye korkuyorum. Korku, hayatta kalmak için büyük bir yardımcıdır. Şimdi ise onu karanlık bir odaya kapatıp tabancayı belki de kendime yöneltmem gerekiyor. Toplumsal fayda yaratmaya zorlamak bir ahlaksızlıktır. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için genel olarak bir ikiyüzlülüktür. -Tek gerçek: ben, biricik ben- Genel olarak çok, az içindir. Tarih hep bunu göstermiştir, gittikçe daha demokratik haline geldiğini düşündüğümüz toplum bir yanılsamadır. Hala birilerine hizmet etmek için artık faydalarımızı sunarız. Bunun iki tarafın da bizzat imzaladığı bir antlaşmaya dayandırsak, annemin ak sütü gibi helal sayabilirim. Ancak toplumsal sözleşmeye inanmıyorum, bu sadece bizi bastırmak için gereken şeyler. Şuan kızgın bir gülümseme ile baktığını biliyorum Groschen ama insanı kendi iradesi dışında baskılayan her türlü ''şey'' bana tiksindirici geliyor. O yüzden ''Şartlar ve Koşullar'' adında koskocaman bir klasör var. İnsanlar okumaz, ben de okuduğumu söyleyemeyeceğim. İşte insan özgürlüğünü başkasının ellerine verme konusunda bu kadar heveslidir. Kaybedeceği iki dakikayı kaybedeceği bir ömre tercih eder çoğu zaman insan. Dış denetim çağımızın en garip işlerinden biridir. Ne Taylorizmi ne Stakhavonizmi ne de bir müdürün bana sinirli bir şekilde bakmasını istiyorum. Ancak bunun garip bir verimlilik yarattığını itiraf etmeliyim. Mühletler olmasa dünyadaki hiçbir iş yürümezdi. Demek ki özgürlük her zaman iddia edildiği gibi verimlilik yaratmaz, insanlar köle ruhludur demek genelleme olacaktır. Genellemelerin direkt olarak yanlış olduğu sözü yanlıştır. Çoğu genelleme istisnalar içerir, bu onun yanlış olduğu anlamına gelmez. Ayrıca bu iddia kendi içinde bir çelişki barındırmaktadır. Günümüz toplumunda zaten her şey çelişkilere dayanır, daha rahat yaşamak için daha çok çalışırız. Sonrasında daha çok çalıştığımız için adeta nadasa bırakılmış bir tarla gibi iki gün dinlendiriliriz, sonrasında yine çalışırız. Halbuki çalışmasak yorulmayacağız. Biliyorum Groschen... Dediklerim hiç de gerçekçi değil, beni lütfen bu yüzden suçlama. Ben de herkes gibi hayal kuruyorum, ve bu dediklerim Karl Marx'ın veyahut Thomas More'un hayallerinden daha güzel değil mi?