Sivastopol’a düşen Fransız topları gibi Rus’un hayatına atılan zarlar dönüp durmayı bıraktığında ve üzerine hala taş döşenmemiş Rus toprağından kalkan duman dağıldığında Rus’tan geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi. Dörtnala değişen hayatından tepetaklak düşen Litvinov parlak fenerli Alman caddelerinde kaybettiğini asla geri getiremedi. Sözün özü; Tolstoy’un merhamet ve kutsama ile, Dostoyevski’nin acıma ve aşağılama ile yaklaştığı şeyi Turgenyev basitçe alaya almakla yetiniyor ki belki de aslında ona en büyük hakareti ediyor.


Çağdaş ve meslektaş olmalarına rağmen adını Dostoyevski ve Tolstoy kadar sık duyamadığımız Turgenyev’in daha az tanınırlığının sebebi belki kendi döneminde de yeteri kadar aykırı olamayışı ve kullandığı karakterlerin arada kalmışlığından kendisinin de muzdarip olmasıdır. Sahiden Turgenyev ne kadar Rus olsa da Rus’u anlatırken sanki Avrupalıdır. Buradaki ironi şudur ki, Rus’un Avrupalı olamayışına en çok gülen de Avrupalıdır.


Dahası Turgenyev’in kendisi de toprak sahibi, soylu bir aileden gelmektedir ve yazar daha çocukken serflerin maruz kaldığı zorbalığa ve bulundukları kötü koşullara yakından şahitlik etmiştir. 1840’larda Belinski ile tanışınca da Batıcı, reformist yani kölelik karşıtı ve özgürlükçü olması uzun sürmemiştir. Dönemindeki diğer tüm meslektaşları gibi bir süre hapis yatmış, sonrasında polis gözetiminde yaşamıştır. Ivan Turgenyev görüş, stil ve yaşayış olarak diğer Rus yazarlardan ayrılsa da karamsarlık ve umutsuzluk başlıklarında onlarla birleşmektedir.


Başkarakterimiz Litvinov’un Baden’de pineklediği günlerde başlayan "Duman" adlı roman, daha ilk sayfalarda Rus eski ve yeni asilzadelerini gayet yalın bir üslupla yerden yere vurmaktadır. Yazar:


“Orada gayet gösterişli, kayıtsız, modaya uygun biçimde davranıyor, günümüzün en uygar topluluğuna pek yaraşır varlıklarmış gibi zarif tavırlarla, kibarca, senli benli selamlaşıyorlardı, ama oturduktan sonra birbirlerine ne söyleyeceklerini kesinlikle bilemiyor, ya gereksiz, boş şeylerden söz etmeye başlıyorlar ya da küçücük ayaklarında berbat çıfıt kunduraları, çirkin suratında da iğrenç sakalıyla palyaçoyu andıran, geveze bir Fransız yazarın uzun yıllar önce unutulmuş, son derece bayağı öykülerine kahkahalarla gülüyorlardı.”


Derken yalnız bu kendilerine, birbirlerine ve yeni habitatları olması gereken ortama yabancı kimselerin yanı sıra, ancak bu insanların yanında değer bulabilen eskimiş Avrupalıyı da yerin dibine sokmakta; bu ikisini aynı çöplüğe yakıştırmaktadır. Ona göre yeni Rus, ancak batının bıkıp geride bıraktıkları ile oyalanır.


Peki tüccar bir aileden gelen emekli bir memur olup taşrada bir çiftlik sahibi olan eğitimsiz bir baba ile enstitü mezunu soylu bir annenin oğlu olan ve öğrenimini köyünde görmüş olan başkarakterimiz Litvinov’un Batı Avrupa’da işi ne idi?


Kırım Savaşı’nda bulunduktan sonra çiftçilik yapmaya karar veren fakat kendisini bu konuda yetersiz gören Litvinov, tarım ve tarım teknolojisi konusunda öğrenim görmek için Batı Avrupa’da idi ve romanımız başlarken, Baden’e gelecek olan nişanlısı ile onun teyzesini bekliyordu. Ivan Turgenyev, bu vaziyet ile Kırım fiyaskosundan sonra Rus köylülüğünü yüceltmenin ancak bunun nasıl yapılacağını bile batıdan öğrenmenin tutarsızlığını vurguluyor gibi.


Ayrıca ara sıra mektup yazıp 1861’de çıkan ve serfleri özgürleştiren kanundan yakınan babası da şiddetle Litvinov’u geri çağırmaktadır ve bizlere yavaş yavaş soyluların değil soyluluğun buharlaştığı 19. yüzyıl Rusya’sını anlatmaktadır.


Baden’de bulunan Bambayev, Gubarev, Potugin gibi diğer Ruslarla sohbet ettikten sonra nişanlısı ile mutlu saatler geçirmesi gereken Litvinov’un yolu on yıl öncesinde kalmış olması gereken bir heyula tarafından kesilecektir. Adına İrina Osminina denen ve kahramanımızla arasında çok az yaş farkı bulunan, artık kendisinden yaşlı bir generalle evli olan ve Litvinov’un hayatına birden bire buram buram nostalji, özlem ve Moskova sokaklarının soğuk rüzgarını dolduran bu büyüleyici kadın, Rusya’nın saygı gören fakat fakir düşmüş asil ailelerinden birinin kızıdır.


Romanın geçtiği zamandan 10 yıl önce Litvinov ile karşılaşmış, birbirlerini sevmiş fakat İrina’nın asiller dünyasında kalmaya karar vermesi ile birden ayrı düşmüşlerdir. Şimdi Litvinov; İrina evli, kendisi ise nişanlı iken Baden’de tekrar karşılaşmak talihsizliğine yakalanmıştır. Tabii asıl talihsizliğin şimdiye dek adını anmak gereği bile duymadığımız Litvinov’un nişanlısı Tatyana Pavlovna’da olup olmadığı tartışılır.


İrina Osminina’nın 10 yıl önce Litvinov’dan ayrılmasına sebep olan yolculuk ise Moskova’dan, “Rusya’nın batıya açılan penceresi” Petersburg’a yapılmıştır ve o yolculuktan sonra ikili ilk kez Baden’de bir araya gelmiştir. Kısacası farklı zamanlarda da olsa iki karakter de o pencereden çıkmış, Rusya’dan kendi dertlerini getirmiştir. Fakat Litvinov, dönüş yolculuğunda bambaşka yükler taşıyacaktır.


Uzun lafın kısası, kendisiyle kaçabileceği vaadi ile Litvinov’un nişanlısını terk etmesine sebep olan ve sonrasında artık asil hayatını terk edemeyeceği bahanesi ile vaadini çiğneyen İrina, Litvinov’a mektubunda kendi kendisinden nefret ettiğini yazmakta fakat hala kendisini mağdur görmeye de devam etmekte hatta üstüne Litvinov’un yine de yakınında bulunmasını istemektedir. İrina Osminina’nın bu küstahlığı; Rusya’yı 19. yüzyılda fazla reaksiyoner, 20. yüzyılda fazla devrimci olmakla suçlayan ve Büyük Petro’nun zamanından beri batılılaşma çabalarını alay konusu eden fakat batılı olmaya çabalamaktan vazgeçtiği anda da ona medeniyetsiz doğulu imajını yapıştıran Avrupa’ya pek benzemektedir. Ayrıca bir Rus’un bir Rus'a gönderdiği mektubun Fransızca yazılması da abestir.


Turgenyev de Litvinov’un bu arada kalmışlığında 1856 travmasını yaşayan Rusya’yı anlatır. Batılı olamamış, yeni düzenin tokadını yemiş fakat ayağa kalkmak için hala onun özgürlüğüne muhtaç olan Rusya.


İşte “Duman”, bu içinden çıkılması güç; gözle görülemeyen fakat kendisini kuvvetle hissettiren; bu yönüyle bırakın bir insanı koca bir toplumu çıldırtabilecek büyük bir sancıyı bize hissettiriyor. Fakat eser bu durumun reçetesini içermiyor.


Litvinov’un; İrina’nın ihanetinden sonra Rusya’ya dönüp terk ettiği nişanlısının ayaklarına kapanarak döktüğü göz yaşı, ailesinden kalan toprakları özgürleşen serflere paylaştırdıktan sonra düştüğü geçim kaygısı; arzuladığı ile bulduğunun zıtlığını dahası, isteği ile ihtiyacının ne kadar ters ve bir araya gelmez oluşunun timsaline dönüşüyor.


Sonuç olarak, Turgenyev, genel anlamda imge ve sözcükleri Dostoyevski kadar başarılı kullanmamış, toplumsal meseleleri daha ziyade bireyler ve onların bireysel acıları etrafında anlatmayı denemiş, fikrimce başarılı da olmuştur. Yine de Turgenyev’i daha iyi anlamak için dönemin siyasi ve sosyal atmosferini bilmek gereklidir.


Dolayısı ile “Duman” bize Slavseverliğin de batıcılığın da gerçekten nasıl bir duman olduğunu ve birey olma telaşındaki Rus insanını nasıl boğduğunu göstermez, hissettirmeye çalışır.