Anlamaya değil hissetmeye...


Gece gelen kuş. Ses gibi kuş. Buraların yabancısı. Sesiyle beni arıyor. Ben onun arkadaşı değilim. Göğün tılsımından evet. Bir durmaya bakıp hem suyun hırsı olmaz ki. Diyor. Köpürür sade. Hızına dokunulursa köpürür. Sertçe vurulursa sıçrar. Derinliğine uygun değilsen muhataplığı boğar. Suyun suçu olmaz ki diyor. İnanmayıp ne yapacaksın.


Öğlen görünen dik ağaç. Üstüne kuş ama gece gelen kuş değil. Toprak kırmızı şeyler doğuruyor. Diyor. Çilek örneğin. Ne garip bir başarı diyorum. Garip mi? Başarı mı? Zaman mı? Sırasıyla soruyor. Bunlardan haberi yokmuş. Girdiğiniz triplere sokayım diyor. Gülüyor. Al bunu da düşün o zaman diyor, düşünüyorum. Tam benim öldüğüm anda dünyada neler doğacak?


Bilmem: Ben ölünce, yani benim öldüğüm anda gökte ruhuma benzer serin bir bulut dolaşsın. İsterim. On farklı çiçek yensin renkli başıyla kara toprağı. Bir dalga kıyıya vursun iki kişi öpüşerek gülüşsün. Bir anne bir caddede öyle bir gülsün ki onu gören kuşlar sesine dolsun. Sikeyim toplumu desin dünyanın farklı yerlerinde doğmuş kahkahalı ve yarı çıplak en az yedi sekiz kişi. Ben ölünce işte, tam o an, ihtiyacı olan birine iltihaplı bir ağrının devası doğsun. Yüzlerce insansız, çoktandır insansız, tam da benim ölmem gereken gün bir sürpriz sonucu sevdiği insanlı olsun. falan gibi şeyler olsun, isterim.


Galiba değilim insanlı. Ben çünkü. Değilim süreğen. Değilim metafor. Gibiyim evet ama yalanımı biliyorum sonuçta. Doğruyu biliyorum demektir bu. Ben bir kıyıyı yeniyorum gerekince, denizi yeniyorum, dağları yeniyorum bakıp bakıp. Şehri veya bir odayı yeniyorum. Onları sevmem yeterli oluyor. Bazı şeyleri severek yeneriz di mi, hehe. Delirdim minik. Ve bi eğlenceli ki bu sormayın. Ülkenin en zeki ilk 1000 kişisindenmişsin gibi. Senden önce gelen herkes deliliğini senden daha kararlı ve başarılı sergilediği için senden önde, gibi. Her şey mümkün geliyor. Bazen de dünyanın onulmaz salağısın. Delirdikçe uçarı zıtlığa alışıyorsun.


Sonra böcekler. Mesela. Boynumdaki yaraya böcekler. Ben kanayan bi çiçek değilim ama bazen gök kadar süngerden bi çiçek gibi sıkılıyorum ve duygu yağdırıyorum yeryüzüne. Kanamamı biçimli algılıyorum ve biçimli yağdırıyorum her şeyin tepesinden geceleri, öğlenleri falan. Hehe, sanat lan, sanaaaaat. İşte bir bidon, mavi, neden böyle şeyler söylemeye benziyor.

Şaşırıyorum.


Annem beni öyle seviyor ki her yerin bahçesinde çiçeğim sanki annem her yerin çiçeğine toprak. Yaşlı bi hacı teyzeye şekersiz limonata ikram ediyoruz beraber. Her nasılsa babam da orada oluyor. Bahçemizde bir yorgun olarak. Yüzüne bakınca eksik kelimesini hatırlıyorum, genel. Ellinin sonlarına doğru arılarla, toprakla, bitkilerle dinlenmeyi öğrenen bir şey olarak. Silahını gömmüş de yerini unutmuş sanki. Onun yerine hatırlıyorum. Ve bununla ölümü bile yendim geçen. Deliliği bile yendim geçen. Hehe. Sodaya da limon böyle konur işte. Limon çekirdeklerini önemsenmeyen insanların ortak yanı neyse ne. Bunları düşünecek değilim.


Birazdan bir denize uzanmak üzere, yaralı değil de yaranın doğurduğu bir şeye benzemiyormuş gibi dondurma yiyeceğim bir ağaç altında. Ağaca görünce karar vereceğim. Ben her şeye yaşayarak karar veren bir şeysem, kirlenmekten ne korkacağım, lan. Salınarak yürüyeceğim tabii. Yarın otuz iki sonuçta. Yarın otuz iki olacaksam ben, dün geceyi üç yaşında geçiren kimdi? Toprak örneğin bibere dönüşüyor, çeyrek asırdır buna şaşırıyorum. Bu nasıl otuz ikiyse öyle olsun. İyi bakalım.


Adımın anlamı dağ gülü. İmiş. Bunu bana bir yalan söylemişti. Ağlayarak uyandığım bir rüya bana bir isim vermişti. Olur dedim. Olur, nasılsa yaşım otuz iki. Olur olur. Ummalar olur sanmalar olur. Küçük sesler de olur, ani renkler de. Bir dumana Perec, lan, sen nasıl yapmıştın demek istersin. Bir bahçede dolaşırsın ve Edip yanındadır. Bir kıyının yıkılan iskelesini taşır taşır durur Rilke hala. Arkadaş, bıkmadan ıssız bir denizin uyumunu hesaplıyor gibidir.

Orhan, kendi mutluluğunun velisi olup kendine ceket alan herhangi birinin gölgesine destektedir. Sait Karaköy'e boşalan bir vapurun denize uyguladığı baskıyı düşünen birine bana ne ya dedirtme görevindedir. İyi bakalım, kolay gelsin hepimize.


Sanırım şimdi buranın sakinliğine yasa dışı bir uyarı gereklidir:


Beni gerçeğin oğlu olarak beni olur da bir yalana inanmış görürlerse bir yerde ve uyandırmasın kimse ister görünüyorsam, görüntümü bozanı...

Beni durmanın oğlu olarak bir dansa inanmış görürlerse bir yerde, ve ahengimi düzeltmesin kimse görünüyorsam, ahengime dokunanı...

Beni kalmanın oğlu olarak beni, bir gitmeye ikna olmuş görürlerse bir yerde, ve durdurmasın kimse görünüyorsam, hızıma fren olanı...

Ve ben artık bir yaranın oğlu olarak, beni bir güzele gülüyorken görürlerse bir yerde, ve dikkatim bozulsun istemiyorum görünüyorsam, dikkatime detay olanı...

Bir daha kesin bulurum.

Bulurum ve şöyle söylerim:

Düşene, düşüren ben değilsem vurmam. Ama seni az önce ben düşürdüm, hehe.

Bana çağırttırmayın on dokuz yaşımı.


Karşılıksızlık bitti. Merhametimin pilini acı acı tuttum. Yutmadan çiğnedim hatta. Tadı hala ağzımda serüveninin.

Rilke ve diğer arkadaşlar, bunları size söylemiyorum.


Evet evet, selam, ben çiçeklerin soyundan, dağlıyım ve şehirdeyim, hehe. Son yaradan sonra silahımı üstüme aldım. Çünkü deniyor ki burası bir çöl. O zaman, iyi bakalım. Güneş kreminden caydım.


Selam, ben Hüseyin'in inadı. İçimde yetmiş kadar kişiyim.

Çölse madem burası, madem bu denli çölde, herkesin en önce caydığı merhametiyse, tamam lan, iyi bakalım.

Denize yürüyorum. Adlı bir şiir gibi.


İki köpek aynı kuyruğu sallıyor gibi. Ne? Attığım son yumruktan hemen önce ben, gülüyor muydum, evet evet. Çünkü ben gülerim çünkü benim öfkeye hazırlanışımdır gülmek.

Karşılıksızlık bitti. Dedim ya. Yani gülüyorum. Bunları Perec'e, Edip'e söylemiyorum. Bunları bana Arkadaş söylemiyor. Bana bunları geceden bir kuş söylüyor. Köpeklerle beraber gülüyoruz. Kara çölse çöl, biz üç gölgeli, iki kuyruklu denize yürüyoruz. Sonra kuşlar geliyor ve sade kuşlar kalıyor. Bin yüz milyon kara kuş. Kararmış kuş. Maviye dönüyor.

Kanatlarımızı, evet benim de varmış, onlar söyledi, bir bir bir zifiri camlardan örüyoruz. Sivri sivriyiz, daha da sivriyiz. Bize bunu yapmamızı çiçeklerin soyu söylüyor.

İyi bakalım diyoruz. Artık sipsivriyiz madem. Sonda kürsüye çıkıyorum.

Yani.

İçimde kanatma ruhsatını yarasından almış yetmiş kadar kişi.

Haddiii o zamannn

gelin sarılalımmmmm.


Pırıl pırılız çünkü. Güneşteyiz ve.


Çünkü burası anlama değil, hissetme dünyası. Ve ben çölde büyüdüm, şimdi denize yürüyorum. Dondurma yerken bile ilgimi, bilgimi sevmeye oyuyorum. Karıncaya diyorum ki: Blöfüm yok, cebim dolu sulara girip girip çıkıyorum. Yaralarımı şakadan oyalarla örttüm, denize uzanıyorum. Yaş yolun yarası, annemi çok seviyorum. Ve artık güneş gözlüğü takınca sivrisineğe benziyor hissetmiyorum. Hayır dışım değişmedi, konu içim diyorum. Konu içim. Olaysız dışımı denize teslim ediyorum. Falcı Melek'in anneme oğlunun ölümü sudan olacak dediğini hatırladığım yerde kulacı bırakıp ömrümü test ediyorum. Hala ölmeyişi başarıya benzeyen tüm şeylerin yerine, gömülmesi unutulmuş tüm şeylerin adına, gölgelerin ve hatta yalanların adına iki bira patlattım, denizde süzülüyorummmmmmmmm.