—İyice karıştır, durmadan.

—Kolum koptu anne.

—Devam devam…

—Tamam.

—Dibi tutmasın.

—Tamaaaam!


Anne ile tartışılmaz. Anne ile şaka yapılmaz. Anne ile ağlanmaz. Gerekirse o ağlar. Yanına gidilir, sarılır, öpülür… Ağlanmaz.


Güçlü olmayı sıraya bindirdik annemle. İki kişiye eşitlik vadetmeyen bir anlaşma. Son beş yıldır sıra bende. Ondan önce hep ondaydı. Boyum ondan kısayken de, boylarımız aynıyken de güçlü olması gereken oydu. Sonra ben uzadım. Sıra bana hemen gelmedi, iyice büyümemi bekledi.


Mutfaktayız annemle. Sadece ikimiz. Zaten üçüncü kişi sığmaz. Kapısından başımı eğerek girebildiğim, bir şeyler pişirmediğim zamanlarda küf kokan, rutubet kokan bir oda. Odadan da ufak, odacık. Zeminin tahtaları çakılalı elli sene olmuş, birbirinden ayrılalı yirmi. Annem yemek yapmayı bırakalı beş…


İki can yoldaşı olalı ne kadar oldu bilmiyorum. Babam ne zaman gitti, beni ne zaman annemin yanından aldılar, ben ne zaman geri döndüm? Bilmiyorum. Beynimiz silermiş kötü hatıraları. Yerlerine daha iyilerini koyduğundan değil ama. Öylece silermiş, üzerine düşünmene gerek yokmuş. Benim dışımda gelişen olaylar için doğru ama ya benim yüzümden kötüye dönen anılar? Onlar silinmiyor. Nereye gitsem benimleler. Annemin yanındayken özellikle. Mutfağa iki kişi ve yüzlerce pişmanlık sığıyor.


Murat eşşoğlusunun o kadar saçma lafı arasında bir tanesi doğru: Her şeyden, hatta senaryomdan daha önemli bir şey varsa o da annem. Hayatıma dair tek şey, kişi, bazen hepsinden fazlası. Hayatta olduğuma inandığım, içinde nefes aldığım son odanın sahibi.


—Fırat ne yaptın! Niye durdun oğlum! Nereye daldın yine?

—Anne! Ben durdum mu yine? Tutmuş mu dibi?

—Tutmuş tabi! Ah Fırat ah! Tüh tüh tüh. Gitti canım helva!

—Ben hemen gideyim, irmik alayım anne.

—Neyle Fırat neyle? Komşudan yüzüm kızararak istedim yarım bardak. Bir daha istenir mi?

—İstenmez mi?

—Oğlum, şaşkın oğlum. İstenmez. Mecbur böyle olacak artık. Kadın da bir tabak bekler şimdi. Yanmamış yerlerinden verelim bari.

—Anne bu bayağı yanmış ya.

—Üstlerden alıyorum. Verip geleyim. Dua istedi rahmetli, iki satır bir şeyler söylesinler de rahat bıraksın beni. Şu yanık helva bile fazla ona gerçi, neyse. Öte yanda yanık yerlerine sürsün, yakamdan düşsün.

—Anne, yaşayan adama helva kavurduk biz şimdi, öyle mi?

—Öyle! Karışma benim işime. Huzur vermiyor diyorum sana!


Anne ile tartışılmaz. Anne ile şaka yapılmaz. Anne ile ağlanmaz. Odadan çıkarken tülbendinin ucunu çene altından çekişi fark edilir, komşuya çıkılan merdivenlerin başında ağlamaya başlayacağı, son merdivende kendini toparlayıp yüzünde mahcup bir gülümsemeyle kapıyı çalacağı bilinir. Anne ile ağlanmaz.


-o-


Annem o gece kuşlar kadar özgür bir uyku uyudu. Uykusunun bir yerine kadar deliksiz, sonrasında nefessiz. Onu o gece kaybettim.


İkindiyi müteakip toprağa verdim.


Akşam ezanından sonra komşuya çıktım, “Annem için helva kavurur musunuz?” demek için. O ana kadar kimseyi eve almamıştım. Komşu kadın bu sevap fırsatını kaçırmak istemedi, mis gibi bir helva kavurdu. Vitrindeki kaselere doldurup tüm komşulara dağıttık beraber. Annemin sandığından bulduğum bir başörtüsünü ona verdim, hatıra niyetine ya da asla geri ödeyemeyeceğim irmiklerin karşılığı olarak.


-o-


Mutfağa her girişte başımı eğmeye devam ettim. Bir daha hiç yemek yapmadım.