Bir insanı bütünüyle tanımak imkânsız mıydı? Tüm iç dünyasını bilmek, tüm karanlık taraflarını görmek mümkün müdür şu dünyada? Düşünün, tanıdığınıza en çok inandığınız insanı düşünün. Onun da hiç bilmediğiniz karanlık tarafları her zaman vardır. İnsan birine, tümüyle kendini açamaz, bu imkânsızdır. Bu, güneşe çıplak gözle bakabilmek kadar imkânsızdır.

Kalbimi ilk kez birine açtığımda, tüm şeffaflığıyla onun da kalbini görebileceğime inandım. Sorun, benim de kendi kalbimi bütünüyle açmamış olmamdı aslında. Mesela, en mahrem neyimi biliyordu? En büyük fantezim mi, en büyük kötülüğümü biliyor mu, en basitinden? Basit mi? Gerçekten basit mi? Kaçımız biliyoruz ki en yakınlarımızın en büyük kötülüğünü? İyiliği sorarsan herkes anlatır. Yaptığın en büyük iyiliği gururla söylemelisin, hâlbuki kötülüğü dışlayarak, ona en büyük kötülüğü biz yapıyoruz. Farkına varırsak en büyük kötülüğün, ne olurdu ki? Bağışlasak kendimizi, onu da gururla söylesek. Ne olacaktı ki? İkisi de bir karardı en neticesinde. Ve her insanın bu kararları almak için 'geçerli' sebepleri vardı.

Hâl böyleyken, ben bir insan olarak nasıl tanımlayabilirdim bir insanı? Hangi kötülük bana, onu cehenneme gönderme hakkını verirdi ki? Bu haksızlıktı. Bu, hayatın benimle dalga geçme sebebiydi. Veya hayır, bu düpedüz cehennemdi. İnsanın düşüncelerinde boğulması, cehennemin ta kendisiydi. İnsanları iyi veya kötü, çirkin, güzel, yakışıklı, kısa, uzun... Hep bir kalıba koyma merakı var bizde. Bu sadece biz insanlara mahsus bir şey değil tabii. En yüce Tanrı bile cehennemi yaratıp ayırmamış mı kullarını? O bile dememiş mi: Kötü insanların yeri yok benim cennetimde. Kötülük böyle böyle küsmemiş mi iyiliğe, iyiliğin de onunla olabileceğine inanmamış. Çekip gitmiş kendi diyarına. Büyümüş de büyümüş. Oysa kötülük, birini tanıyabilmek için en önemli araç değil midir?