Ağır ağır işlendi her şey yollarıma.

Yaşamak uğruna ucuza çalışan bir memur gibi,

Sabırlı, kanaatkar ve kendi dünyasına hapsolan...

Dirilttiğim her fikrin bir taşı var,

Ve nehirler göz alabildiğince kızgın.

Balıklar göğe bakıyor usanmaksızın.

Bulutların yüzünde hep aynı eskimişlik,

Ufak ufak sekip batıyor duygular.

Ey kelimelerden muaf olan!

İyice çıkmadan kanı yarasının insanın,

Deryalara, çöllere düşmekten ne anlar?

Yalnızca kısa bi'an çıkmazı hepsi bu...

Elde var sonsuzca yollar.

Elde var fütursuzca esen rüzgarlar.

Elde var yalnızlık ve birtakım mücadele esirleri...

Akıyor gözlerinden gün ayak uçlarıma kadar.

Hepsinin umudu, sakladığı hüznü ve dahası...

Nereye adım atsam her köşe kapılmış.

Hangi geceyi benimsesem hepsi aydınlık.

Yetmez boynundaki kurumuş kanı temizlemeye hiçbiri.

Karanlığımın esareti öperdi bu şuursuz anlarda ellerimi.

Eski çağlardan kalma bir kralın,

Her gece tahtında sükuta boyun eğmesi,

Tokmaklı kapıları yalnızca ölümün aşabilmesi,

Geri getiremezdi baş ucuna eksik acısını...

Çektiğim acılar dahi yarım artık bugünlerde.

Var olma telaşına yenik düştüğümden midir?

Bilemem, ağzımda acı ucuz bir şarap tadı ve sigara,

Aklımdaysa ulvi bir kargaşa...

Haykırışlarımı terk ederken bulanıp durduğum çamur,

Ve ellerimle yaptığım, kanımı emen o hain putlar...

Duvarlarımı kendime yasaklıyorum.

Ruhumu pislikten değil, bu andan kurtarıyorum.

Mahkumun sonbahar olduğu yerde gardiyan ise umuttu.

İnzivaya çekilirken zaman,

O yara kabuğunu unuturdu...


Ağır ağır kazındı her şey duvarlarıma.

Ne hissettiysem hepsi iki kişilikti.

Ne yazdıysam hepsi tek kişilikti.

Ne yaşadıysam hepsi eksikti.

Yazgı çoktan fethetti alnımı.

Artık satırlar konuşmalı.

Kelimeleri hapsedemiyorum daha fazla zindanlara.

İsyan alevi büyümekte içimde.

Kül bulutlarına baktığımda gençliğimin yüzünü görüyorum.

Bazen tanrıyı anlıyorum...