Çok yüksek bir dağın zirvesinden aşağı bırakılmış bir kartopu gibi hayat. Yuvarlandıkça büyüyen, büyüdükçe daha da durdurulamaz bir afete dönüşen. Varlığımıza dair hiçbir şey yokken ortada, dünyaya geliyoruz birden ve başlıyor yuvarlanma serüvenimiz. Aradan geçen zaman neler katıyor bize. Bazılarımız dik bir yokuştan iniyor kolaylıkla. Önüne tek bir taş çıkmadan, hiç duraksamadan bitiyor yolculuğu. Belki de önüne çıkan taşları yolundan temizlemektense; başka yollar seçmiş. Kesintisiz bir yolculuk uğruna, kendine hiçbir şey katmadan geçip gitmiş bambaşka yollardan. Elbet bitiyor yolculuğu. Sonuçta ilk günkü kartopu değil. Ama bir çığ asla olamamış. İlerlediği yolda da hiçbir iz bırakmamış. Sanki hiç o yollardan geçmemişçesine, silik bir hatıra kalmış geride. Yolun sonuna ulaştığında da en fazla bir birikinti oluşturabilmiş düştüğü yerde. Birkaç güne de eriyip karışmış yeryüzüne. Kısacası silinip gitmiş; hiç var olmamışçasına bir gün bile…

Bazılarımız da var olmak ve var etmek için başlamış yolculuğuna. Önüne çıkan her şeyi alıp içine, ilerlemiş o dağın eteğine. Vardığı yerde bir kaynak olmuş var olan her şeye. Önünde bir yaşam ve o, yaşama katkı sağlayan bir çeşme. Ardında bir düzlük, zamanın silemeyeceği bir yaşanmışlık. Peşinden gelene bir hayat dersi; var edicilik. Asla kaybolmayacak bir iz; yücelik.