Fazla cesur geçen yorgun bir günün altında değil, rüzgarın sıcak estiği ağacın altında sigaramı içerken ne düşünüyordum Jack? Hane etrafta ayakları birbirine dolanmayan insanlar var, soğuk kahveleri ve iğrenç pipetleri ile yol aldılar, pahalı arabalar ve ötekilerin gölgesi her tarafta.


Düşündüğüm şey kendimdi Jack. Onla tanıştığım yılların film makarası gibi uzadığını, banyo yapmadan negatifleri güneşe tutacak kadar cesur kıllan neydi Jack? Sadece karşında kendisi olması nasıl bir güç anlatamam. Orada dikilmiş, tuhaf dövmeleri var, kollarında kıllar dolu, aşırılıklarını anlatırken heyecanlı, gömleğinde özensiz kesikler... Ona baktığımda gördüğüm şey tuhaf ve ucube olan şeylerden uzak, çok daha fazlası; korkusunu gizlemiş, farklılıklarını göstermiş, işte buradayım, kabul et ya da defol ne fark eder. Kelimelere ihtiyacı olmadan var olan bir tanrıça. Hayatında hep başkalarının sessiz yargılarına maruz kalmaktan korktu ölümlü, ötekilerinin düşüncesi ile oydu kendini marangoz, etraf talaş ve toz; bir gün ölecek densiz, farkında olmadan maskesiz, boğazında bir kılçık ve pişmanlıkla diğerinin anılarında hiçlikle buluşacak. Onu gördüğümde beni etkileyen neydi Jack?


Uzun zamandır yolundu beden, istenmeyen şeylerin lekeleri kesilip atılmak istenilirken, istenmeyen biri olmaktan korkuldu bazen, çay bardağını devirirken çocuğun babası kükrerdi, düşmek yasaktı ona, çizimlerin ruhları cehennemde hesap bekler, hep yalan yazdı, biraz da gavurları okudu, hiç bir şey olamayan bir gölge; koridorda karşılaşılan bakışlar ne acımasızdı, içinde utanç, senden bir şey olmaz denen sözler ne acıtırdı. İnandı çocuk, karşı koymak güç hane, onlar yanılacak, bu çocuk hatasız var olacak. Dolu maskeler yaratıldı, sessizdi her biri, her tanışıklık farklı sözler söyler, çapkın ve soğuk, utangaç ve azimli, tembel, çalışkan... Herkes hep bir şey söyler Jack.


O ise sustu çocuğun karşısında. Biraz utangaçlık, anlayış dolu gözlerinde hep bir şey gizledi kendinden olan. Sonrasında öğrendim elbet felaketi dediği canavarını, ne fark eder. O yanımdayken yapılacak her şeyin bedeli ödenmiş, tanrı sonsuz bir kredi açmış hayatımda ve uçmak beleş. Utanç komik bir anı, felaket ise ertesi günün şafağında dans edip bilgece konuşan bir keşiş. O yanımdayken ötekilerin uğultusu benden hep bir uzak Jack. Elini tuttuğum, beraber kaldırımlara çömelip dondurma yediğim bir anıdan daha fazlası. Korkma demez benim gibi, kocaman ve cesur sözleri yoktur herkes gibi, anlaşılması zor bir hazinedir hani, ulaşmak istiyorsan yanında durup izle, sessizliğini anlamak ve korkularını üstüne yıkmak çözüm değil sus ve katıl ona. O zaman parkta herkesin içinde bir kare için poz verebilirsin, sivilcelerin dünyanın sonu getirecek bir kara delik olmadığını görürsün, aptalca yapılmış espriye kimse gülmediğinde, sen konuştuğunda gözler uzak ise siklemezsin. Dünyanın en renkli kıyafetleri sadeliğe ihtiyaç duymaz, insanlara göstermek istediğin cool fotoğrafların olmadan hayat komik durmaz. Bana düş dedi ve bende düştüm, kıyafetlerim soyuldu, kollarımda biraz çizik, herkesin içinde konuştum ve kimse dinlemedi, bir şeyler yazdım her gün ve her gün, kimse okumadı. Ben düştüğümde güldü ve elini uzattı kalkmam için, kollarımda kanayan yaralarımı sevdi, yakıştı dedi, kimse dinlemezken o okudu beni, çizdiklerim duvarında asılmasa da yağmurlu bir yerde, hayali olan topraklarda evi için söz aldı benden, asacam onları, her birini duvarıma.


Şimdi biraz değiştim, hayır demek için ağlamayan bir çocuk düşledim, bahaneleri olmadan istediği olmaya izin verilen yaşlı biri olma özgürlüğüne ulaştım Jack, çirkin olmama izin verildi, biraz da kıllı, aptalca fotoğraflarım da mermi izi yok, kıyafetlerim bir o kadar da renkli, sikleyen yok seven ise o. Ne maymunsu beni, ne geveze azizi ne de renkli tuhaf giysilerimi, bana ben olma özgürlüğü vermemiş tanrıdan daha çok bir insan. Bir insana aşık olmalı, hataları ve korkuları olanından, kusursuz değildir, öfkesi tezdir, alıngan ve birazda kırılgan, uçurumda dans eder bazen ama bir tanrı olmaya ihtiyacı yoktur. Tanrılar hep ölür, ölmek zorundadır, kader bunu söyler.


Kusursuz olmak hayalinde sarhoş bir denizci hatırlıyorum Jack, hiç bir zaman şarkı söylemedi çünkü sesine katlanacak cesaretten yoksundu, hiç bir zaman sesini duymadı hata yapılacak zamanlar boldu, dans etmesini bilmez, yemek yapmaktan kaçar, tuzu kaşıkla ölçüp atar, parmaklarına güvenmez kendisine ölçü biçildi; sen busun, ötekiler hep bunu söyler, al sana bez parçası, sakın çıplak gezme ortalıkta, iki kez düşün söyleyeceklerini lakin düşmek af edilemez. Bu sarhoş denizci yelken açmadı hiç bir dalgalara, okyanus kitaplarda yazılan bir kaç satır, mavi gökyüzü hep başkasına mavi. Bu denizcinin gemisi yok, kendisine denizci diyecek yalanı çok... Sonra şarkı söylemeyi öğrendi onla, sesi berbat, dans ederken ayağı dolandı, küçük bir tekne inşa etti ve nehre yollandı jack. Küçük ama kocaman şeyler yarattı anlıyor musun? Kim takar.


Cesaret denen şey uzatılmaz kadehle, yaşam denen kahpe hata yapmadan var edemez seni, biraz dans et ve bolca yuvarlan; bunu o öğretti. Kendinde kusursuz olmayı arayan kusurlarıyla yarattı cesareti ve şuan o meşale yüreğimde parlıyor. Bir gün, çizdiği yolda ıslanmaktan korkmadan, unutulmuş denizci şarkılarını söylerken, kim duyacak kime ne? Etraf çamur, düşmek ise biraz daha kirli hane onlara ne, üstünde yırtık gömlek, göbeğinde yağ damlıyor size ne, biraz şarkı ve çamur...