İşte yine başlıyor, davullar çalındı, naralar derin ve anlamsızlığın yaydığı koku her yerde. Korkuyorum, yine korkuyorum. Asla yakalanmayan bir huzurun peşinden koşmaya çalışan ben canavarı sevmeye çalışıyorum, o uzakta ve istemiyor, dişleri keskin ve göstermekten çekinmiyor. Onu ne kadar çok seversem sevim yine yalnızlığına ve acı dolu mağarasına çekilmekten kendini alamıyor; benliği ona bağlı, düşünceleri ve yarattığı benlerini hepsini oraya sıkıştırmış, onlarsız bir hiç olmaktan korkuyor. Eğer alırsam elinden onun acısını, yalnızlığını ve melankolisini kendisini kayıp bir ruh olarak görecek, bulutların altında birikmiş mezarlar gibi yarattığı benleri unutulacak. O unutulmak istemiyor. Ölmek istemiyor. Acının kollarına sarılırken yalnızlık ve acıyla dostluk kurmuş ve şimdi o dostluk acı bir sonucun kükreyişi gibi sarmış onu. Bırakmıyor ve o da bırakmak istemiyor.
Kendimi kabul etmiştim diyor Jack! Kabul etmiş ve göbeği şişkin, dışarı çıkamıyor, kedinin miyavlaması bir şey ifade etmiyor Jack. Bana umut olma diyor. Nasıl olmam ki, nasıl sevdiğim kadının acılarını kendi yalnızlığında gölgelenirken oturup bekleyebilirim ki. Kendimi yine çaresiz ve kaybolmuş hissediyorum çünkü yalan bir hayalin peşinden giderken ona daha mı kötü geldim. Hadi anlat dediğim de kelimeler daha mı bir sahteydi?
O uyuyor ve benimle yüzleşmek istemiyor Jack. Ben gelmeden uyuttu kendini, umut dolu sözlerime kanmak istemiyor anlıyor musun. Bir daha olmaz. Yarına umutla gözyaşı döktüm ama bak yine burada son kuruvasanı düşlüyorum. Senin yüzünden!
O uyuyor ve ben ne yapacağımı bilmiyorum, tüm fikirler bedenimden alınmış ve uzaklara savrulmuş gibi. Onu düşünüyorum, boğazına yapışan canavarını. Kendini kabul ettiğini iddia ettiği göbeğinden nefret eden kelimelerini düşünüyorum. Umudu haplarda aradığı rüyasını düşünüyorum. O acı çekiyor Jack ve tek yapabildiğim işe gitmek, onu bırakıp bu iğrenç dünyaya ayak uydurmak.
Canavarı düşünüyorum anlıyor musun? Gözlerine bakıp kaybolduğum kadının fırtınalı ruhuna bakıyorum. Ölmek ve bitirmek istediği bu sıkıcı filmin yönetmenine bakıyorum; ne kadar güzel olduğunu ve bu sıkıcı kelimelerden utanarak attığı bakışından anlıyorum. Olmuyor işte diyen kelimeler acıtıyor Jack ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. O ne yapacağını ise hiç bilmiyor. Savrulduk ve kaybolmaktan korkuyor. Kaybolmak istiyor Jack. Bu bir zamanlar sessiz olanın içselleştirdiği ve korktuğu bir dünyayken, onu yaşayıp kaçarken şimdi onu arzulamak bir açık kapı. Onu bırakmak istemiyorum Jack ama ne yapacağımı da bilmiyorum.
Ona güzel olduğunu söyledim bana inanmadı, kilolarının zere değeri olmadığını fısıldadım acı bir tebessümle karnını gizledi, yük değilsin, gülüşünde ve gamzelerinde aradığım mutluluğu hiç bir şeye değişmem dedim başını çevirdi Jack. Şimdi ise kelimeler kendini kabul etmenin verdiği hiçliğe öfke kusuyor. Gördüklerimi görmüyor, sevilmeye değer bir insan değil aynadaki, her şeyi yiyip tüketen azılı dişli bir canavar. O bunu görüyor ve buna inanıyor, buna ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Acının kendini daha değerli bir insan, diğerlerinden ayrılan bir tanrı, hazine yarattığını düşünüyor Jack. Sessizce içinde yaşarsa tüm sessizliği ve yalnızlığını o zaman bir değeri var diyor ruhu hayatın. Tıpkı bir zamanlar buna inandığım gibi.
Oysa dokunduğu insanlara, bana ne yaptığını hiç görmüyor; suratımda sıcak bir tebessümün nedenini verdiği kilolardan değil bahşettiği kahkahalardan olduğuna inanmak istemiyor. Heyecanla bir şey anlatırken katlanılan bir canavar olduğuna tutunmuş, bir tabak daha isterken iffetsiz bir kadın görüyor kendini. Ağzıma dolu bir kaşık sıkıştırırsam dişlerim durmadan yemekleri öğütürse, bakışını kaçır, karşında seni hayran hayran izleyen bir sahtekar ve sen gözlerini devirip sessizce acınla çiğne her şeyi, işte o buna inanıyor ve ne dersem ne yaparsam yapayım Jack fikrini değiştiremiyorum. O kadar büyük bir yanılgıyla yaşıyor ki sabah attığı kahkahalar yalnızken sessizlikle kağıda dökülüyor akşamları, kendi kelimesiyle tekrar bataklığa batan ruhunu kurtarmıyor. Kaçmalıyım diyor ve kendisini bırakmamı fısıldıyor bana Jack.
Kuklalar yapmış, odayı toparlamış ve şişkin göbeğinde ki yağlardan nefret ederek uzanmış, gördüğü her şey bir tık daha anlamsız ve söylediğim ve inandığım her şey bir ipin ucunda sallanan yalanlar silsilesi. Bak bugünde yine çok yedi canavar, onu doyuramadım ona sarılamadım ve o hep ertesi günün beklenen öfkesiyle yemeye devam edecek. Şimdi neden bedenin de bir kuklanın dövmesi var anlıyorsun dimi Jack. İpler canavarda ve inandığı ve hissettiği her şeyi yiyor, karşı çıkamıyor, ona karşı bir silahı yok ve sevgiye sığındığında eli boş, göbeği bir nebze daha şişkin ve gitmiyor. Canavar kazandı, ipler onun elinde ve onu susturmak için doktor lütfen bana bir reçete yaz... Ondan korkuyorum, yalnız olmak istiyorum, yerken utanmadığım bir köşe olsun istiyorum, anlayış dolu gözler ve azizlikle bezeli sözler değil. Bana küçük mutluluklar ver doktor. Kendimle savaşamayacak kadar yorgunum.
Görüyorsun ya Jack, var olan her şey bir canavar tarafından yutulmayı bekliyor. Kurulan her güzel şeyin gölgesinde küçük acı parçacıkları var, bir iğne gibi batıyor ve istediğin kadar onları sökmeye çalış hala orada Jack. Bu yıpratıyor, inancın depremde yiten duvarlar gibi çökmüş, tozları bulutla beraber kuzeye savrulmuş, gören gözler yağmur bekliyor. Oysa kocaman bir fırtına uzaklarda şimşek çakıyor ve kimse görmüyor Jack.
Ben gördüm, acının ve sürekli dişlerin içinde öğütülen yalnızlığı, tekrar tekrar yaşanan hayal kırıklığın değişmeyen gücünü; başarısızlık kavramının zamandan bile ötede değişmeyen bir hiçlikle her şeyi yok etmek isteğini yarattığını gördüm Jack. Canavarı gördüm, gülen ve heyecanla bir şeylerin içinde bir şey olduğunu fark etmeden bir şeyler yaratan o mamutu gördüm. Ona aşık oldum, kilo aldı onu sevdim, kilo verdi onu öptüm, ağladı sarıldım, yalnız kaldı elini tutum, sessiz kaldı konuştum. Şimdi yanı başında kendisi ile savaşacak gücü kalmamış bir kukla olduğunu söyleyen kadınıma söyleyecek ne kelimem kaldı ki.
Beni yorduğunu ve yediğini düşünüyor, cebimde bir akrep olduğunu hissediyor, bir işe tutunamayan kocaman bir bebek olduğunu fısıldıyor, evime sığınan bir hırsızım diyor bakışları, mutluluğu öldüren kocaman bir ağırlığım ve altımdaki her şeyi un ufak ediyorum diyor sırtını döndüğünde. Depremden daha çok hasar verdiğim diyor odana şişko göbeğimle, aynan hiç bu kadar çirkin ve şişko yanaklı bir kadın görmemiştir, eminim diyor dişlerini temizlerken. Dişlerinde pislik istemiyor... Kollarında ki kıllarını kesmiyor, sırtında ki lekeleri umursamıyor, yırtık giysileri beğenilmiş ya da sevilmemiş takmıyor, saçları hep dağınık, sağ yanağının üstünde hep bir yara ama şişkin göbeğine tahammül edemiyor Jack. Kendi yarattığı gizemi ne kadar çok sevdiğimi ve hayranlıkla, gıpta ve cesaretimin idolü olan kendisini izlediğimi fark edemiyor. Kendi göbeğinde gördüğü tüm o çarpık dünyaya baktığı acının içinde çıkıp gelemiyor Jack ve gitmek istiyor anlıyor musun?
Tekrar yazıyorum ve yine yazarım. Çişim geldi ve ben gidemiyorum uyanır diye. Bir sigara yaktım ve yazıyorum. Yarın çok yemiş, gözleri kendisinden tiksinmiş fark etmez, ben yine onun tabiriyle aziz olmaya devam edeceğim Jack anlıyor musun? Onu sevdiğimi yine aynı sararmış dişlerimden çıkacak sözler, çok güzel olduğunu, ona sarılıp ısırmaktan geri durmayacağım. İnandığı şeyin aksine benden bir şey çalmadı, bir şeyi yemedi ve bana içi boş kaplar bırakmadı. Hayır Jack, bana sevgi verdi, daha güçlü ve kendi olabilme imkanı verirken yatağımda huzurla uyumamı sağladı. Geleceğin belirsin gölgesine ışık tuttu ve o ışığı yiyen kendisi sandı, gölge bendim ve o bana yol oldu. Sıcaklığında bulduğum kendimi, o ise içtiğim suya zehir olduğumu düşündü. Ah Jack nasıl da yanılıyor.
Şimdi tüm dertleri ve şişkin göbeğiyle yatarken dünya ne kadar da anlamsız, onun koktuğu oda onsuz ne kadar da ruhsuz olacak bir bilse. Kendine attığı her nefret dolu bakışında bulamadığı o huzurun değişsen odalar ve soğuk sudan önce içilen haplarda olmadığını ne zaman anlayacak. Belki de anlıyordur Jack. Belki de istediği yok olmayı arzulayan bir kukla. İplerini kesmek istemiyor çünkü sorumluluğun altında ezilmekten, yaşamaktan korkuyor. Evet bu olmalı. Eğer o ip koparsa sığınacağı bir bahanesi ve sarılacağı bir acısı olmayacak sanıyor, yara kapandı ve ben şimdi herkes gibi olmakla hüküm yedim. Ama hayat sana verdiği şeylerin ötesinde sürekli bir şeyler alıp veren bir zikzak değil de nedir Jack.
Şimdi sana sesleniyorum güzel olan. Sana fısıldıyorum gözleri uykusundan aralayan. Sen çok güzelsin, tekrar tekrar duyduğun ve inanmadığın bu kelimeyle ne yapacağını bilmiyorum ama sen çok güzelsin. Attığın ve sessizce içinde yaşadığın acılarla, kimse seni dinlemezken, keşfedilmeyi bekleyen bir hazine iken sen çok güzelsin. Erimiş dondurmayı yalarken dudaklarına bulaşan kakaolu kornet seni daha çirkin yapamayacak. Daha fazlasını isteyen ve ondan utanan bakışların kınanmayacak. Seni sevdiğim çünküsü olmadan. Yarattığın dünyanda ne kadar muhteşem olduğunu bilmemen ne ayıp. Bunlara inanmaman, inandın sansan da içten içe her şeyin sonunu fazla bir tutam kiloların varlığıyla yalan bir kaç cümleler olduğuna inanman ne büyük acı. Bu acıya ihtiyacın olduğunu, şişmanladığında herkes tarafından terk edileceğini düşünmen ne kadar da büyük budalalık mamutum böyle. Oysa ben hazırım her şeye, zor ama senle deneyimlemek bu hayatı, işte istediğim bu. Zorluklar zamanla anı olur. Buna inan demem yersiz ama öyle işte. Jack’e bunu söyledim. Cevap vermedi ama sen böyle olduğunu bil isterim.
İşte buradayız. Kaç kez aynı şeylerin içine düştüğümüzü ve çekildiğimizi bir ben bir sen biliyorsun. Benden bırakmamı isteme seni. Bırakmayacağımı bilmene rağmen. Seni sevdim ve senin elini tutarken bu dünyaya anlam kattık, bunu unutma mamutum. Çok konuşan kare kafalı bir çocuğum ben, söylediklerime fazla kanma ve ben sana inanıyorum sen inanmazken.