Sana ayrılan zamanın ötesinde çizilen bir hayattan öteye uçamayan bir kuşun sesini duymak, olabilecek tüm kaderlerin sıkı ipleri gergin ve acı dalgaları yaratırken devam etmenin ne anlamı olduğunu fısıldamaktır boş odaya, işte Jack, gerçek boşluk böyle bir şey olsa gerek. Oysa o odalar arzu ve isteğin en büyük temelinde yatan sıcak bir yuva ve güven vermesi gerekirken insan eli ve anılarla örülmüş duvarlar, üstüne gelmeye başlar, nefes almak haramdır ve sen bunu bilirsin Jack. Tüm umutlarının küçük bir sarsıntıda nasıl da yıkıldığını, yalnızlığın ihtiyaçtan çok bir hayali gerçeklik, bir rüya, tüm sıkıcı tonların ve kendine söylenmiş yalanların gün yüzüne çıkarken durup beklemek acı verir. Sigara ağzında duman çıkarırken otur ve bekle. Ama neyi Jack. Neyi beklemek gerek?


Kağıda geçirilmiş anlar ve pişmanlıkların yaz sıcaklığında okunmasını beklemek için kafanı koyduğun yastıkta, sessizce yok olmak istemeni anlıyorum diyen bir çift söze ihtiyaç duymak da seni aciz yapmaz mı Jack. Bir fidan değilim, ne yapraklarım var ne de toprağa geçirdiğim bir köküm; böcekler benden uzakta başkalarıyla, güneşin altın sarısı renkleri başkalarına güzel, her şey başkalarında güzel zaten Jack, o böyle mi düşündü.


Kocaman bir yük. Bastığı toprak, aldığı nefes bile ciğerlerine inen bir yumru gibi istenmiyor, kirası ödenmemiş ve tükür, hayır kus onları; çaldın sen, bir hırsızsın ve kimsenin küçük dertlerine ayıracak küçük zamanları yok, sen çaldın ve gittin, istediğin izinler kocaman yalan ve sen istemeye devam ettin. Yüzsüzsün.


Yüzsüz olan kim burada Jack, içinde kaybolduğum, sıcaklığında ve korkularında daha derine inip bir ışık yakmaktan geri durmayacağım kadına ne demeli, gözleri sulanırken güldüğünde tüm dertlerin bir sis gibi dağları terk ettiğini nasıl söylemeli Jack. Öğlen atıştırılan yemeklerin arasına sıkıştırılan kahkahaların biçilmez değerlerini kim ölçüyor Jack, kim elinde defterle hesap yapıyor, borçları ve kazançlarını sıralayıp ne kadar şanslı biri olduğumu, kimsenin sahip olamadığı bir zenginlikle sigara içtiğimin hesabını tutuyor.


Bir banka kurmak gerek Jack; hayatın zikzakları her dalgalandığında bir hobbit hesap tutmalı, bugün kahkaha artırdı, beraber çizilen resimlerin arasına tanrının mutlu dokunuşları gibi neşe var, al sana bir milyon lira, ağlandı, mendil yoktu narin elleriyle sildi yüzünü, kucağına oturup sarıldı ve nefesi boynuna dokunduğunda kendini Herkül gibi güçlü hissettin, sana sevgi verdi, güven ve bir tutam huzur; annen senden almıştı sevgiyi baban hiç bir zaman orada değildi bile, arkadaşların gülerken dans etti kedinin umurunda değildin ama o, işte o seni geceleri bekleyip sarılarak ağlamana izin verecek kadar zengin ve sen ondan isteyecek kadar fakirsin Jack. Kim zengin ve paralarını saçıyor, bu kutu dondurmanın değeri ne zamandır tutkulu bir öpücüğe, samimi bir çift konuşmaya ve sonsuz sevgiye üstün geldi, para ve zaman da harcanan değerler ne zamandır zenginliğin ölçüsü oldu Jack.


Çocukluğunu hatırla, bakkaldan alınan çikolatanın değeri bir ağaca çıkıp bilmediğin şarkıları mırıldanmaktan daha leziz ve değerli değildi; güneş tepedeyken, arkadaşın etrafı kollarken eriklere dalmak ayrı bir şeydi Jack. Dünyanın en zengin çocuğu olurdun, damarlarında akan şey bir değer değil yaşamdır, solduğun nefes daha temiz ve kirlenmemiştir.


Şimdi birileri çalış dedi ve omzundan bir şeyleri satın aldığında, maddelerin üstüne koyan etiketlerle eve gittiğinde yüklerin kalkacak yalanı fısıldandı. Özgürlüğü rakamlara sığdırdılar Jack.

Şimdi oturmuş sürekli aynı duyguların köşesinde dans eden mamutuma bakıyorum. Korkuyor ve kaçmak en güvenirli liman, sirenlerin yalançı çatal dilleri seni kandıramaz, dalgaların soğuk ve sert karanlığı seni yutamaz. Saklan ve fenerleri olan bir eve sığın. Kim yapmaz ki bunu Jack.


Ben çok yaptım. Saklandım. Korktum ve sevginin değerini unuturken büyüdüm. Sonra o çıka geldi. Zengindi ve elini uzattı, her şeyini ortaya döküp ben buyum dedi, orta saçılan şeylerin değeri biçilemezdi Jack, bir tutam kahkaha ve hüzünlü bir sessizlik vardı, çokça yenen yemeklerin dingin saadeti yoktu mesela, estetiğin çirkin, çarpıtılmış bir versiyonu nefes alıyordu içinde, sıcaktı teni sıcaktı dudakları, sarılırken çekinmez sözlerini sakınmazdı ve bunun için verdiği mücadeleyi unutmazdı Jack. Belki fazla unutmadı bazı şeyleriz yaralar kabuk bağlamadan fazla deşildi ve acının hatırlatıcı gücüne sığınıp kim olduğunu fısıldadı kendine. Ortaya saçılan işte bunlardı Jack. Şimdi o uyurken, değişime olan inancı rüyasından uzakken ben bunları yazıyorum ona, Gizemime.


Güçlü olmak için verdiğin savaş çoktan bitti, yaralılar savaş alanını terk edip kadehlerini ölü arkadaşlarına kaldırdı bile, barut kokusu bulutlara karışıp göç etti buradan, kıtlıktan geçen hayvanlar artık cennete ve dolunay ışığında ezgilerini söylüyorlar. Savaş bitti ve sen güzel olan gözlerini kapatıp nefes alman lazım.


Hayat bir tren rayı değil ki Jack, sağlam bir rota çizip istekleri ve arzularının yaşamın varoluş silsilesine göre yol almasını sağlayasın. Hep bir kıvrak hep bir çıkış var ötede. Seni bekleyen şeyler kadim bilgelik de olabilir yarının sessiz bir yalnızlığıda. Seçemezsin ve değişemezsin belki ama bir an oturup düşündüğünde, Albert Camus’un Sisifos’u neden mutlu hayal etmemiz gerektiğini anlarsın belki. Ölümün olduğu bu dünyada, anlamları ve varlığı zamanla inşa ettiğimiz anılarımız, korku ve başarılarımızın değeri bir hiçlik sıfatında çember çizerken belki de sığınması gerek tek şey sevgiye yaslanmaktır. Ben Gizem’e yaslanıyorum. Zorunlu olan varlığımı sorunlu olmayan ötekisinin sevgisine yaslanıyorum Jack.