Ne diyeceğini bilemeyen soytarıya kulak ver Jack, müziğin kulağında dolanmasına, sıcak bir yaz akşamında ne diyeceğini unutanı dinle. Kelimeler öldüğü yerdeyiz. Anlamların ve akıl dolu sözlerin çaydanlıkta fokurdatıp dinmediği bir yer burası. Bir fincan çay ister misin?
Ne demeli ki, susmalı mı, tavana vuran elinin gölgesiyle dansa mı tutulmalı; çocukluğunda merakla izlediğin, şekil değiştirip hikâyeler yarattığın o gölgelere şimdi ne oldu Jack. Neden sadece kocaman hiçlikte savrulan karartılardan ibaret gibi gözüküyorlar?
Bir sonbahar düşüm var, içine koyamadığım hayallerim ölü bazen, bazen ise sadece oradalar. Anlatamayacağım kadar üşeniyorum, öylece oturup izliyorum her şeyi. Kaçıyorlar, geliyorlar ve ben izliyorum Jack. Elimi uzatsam yakalayacakmışım gibi hissettiren her şey ne kadar da uzağımda, eteği kar tutmuş bir dağda saklanmıyor, hayır efendim, oradalar ve benim parmaklarımda kayıp gitmelerini izliyorum.
Kendimi kaybediyor gibi hissediyorum, parmaklarımın tutamadığı bir şey daha Jack. İnsan, yani bendeniz, kocaman bir silgiyle siliniyor ve ardında çöp bırakmıyormuşum gibi geliyor her şey. Annem aradı, belki iki gün önce belki daha fazla bilemiyorum. Geri dönmedim, geri dönmek ve arayıp konuşacak gücü bile bulamıyorum, umursayamıyorum Jack. Bir tek, anılarımda ve zamanda yaşattığım kişi tren yolcusu yarın, demir rayların ardından el sallayıp ıslak gözler akıtacağım kişi o. Sarılıp, gizlemek istemediğim gözyaşlarımın damlalarını omzuna akıtacağım tek kişi umurumda.
Vedalardan nefret ettim, buluşmaları özledim. Yavaş trenleri sevemedim, tren sesleriyle gülümsedim. Ben istasyon insanı olmayı seçmedim ama olduğum için şanslı bilirim kendimi Jack. Gece bastırdığında tek tük insanların özlemle yakılmış sigaralarına eşlik ettim, bakılan saatler yavaşça, ölmeye direnircesine akmasına sinir oldum, ufukta parlayan fenerleri aradı hep bozuk gözüm. Yanımdan gecen vagonlar ve metaller, açılan kapılarda gamzeli kadın aradım hep; şaşkın ve bir o kadar da ürkekçe heyecanlı olanı gördüğümde her defasında, tekrar dirildim Jack, anlıyor musun?
Yolcu oldum yuvam gibi hissettirene, yolunu gözledim kollarında çocuk hissettirene. Şimdi o şafakla beraber yolda olacak, canı biraz sigara tüttürmek isteyecek, uykulu gözleri zamanla savaşacak ve sıcak olan yalnızlığa yelken açacak. Ben ise eli cebinde, ağzında bir tütün otobüs durağına atılan adımlarla anılarımı arşınlayacağım Jack. İçinde kahkaha olacak, biraz hüzün hatta bolca hüzün dolaşacak ruhumda. Birazda korku ve yalnızlık yürüyecek yanı başımda; ne de olsa ev olan uzaklara gidiyor, üzülmemeye ne hacet...
Ama insan, hani ben olan, kısa boylu, sırtında yara bere, renkli kıyafetler içerisinde siyah gözlüklerini yorgan gibi üstüne çeken, diğerlerinin karşısında görünmez olmak isten ben, umutlu Jack, anlıyor musun? Yarın korkunç olur belki, bulutlar uzaklara göçmüş ve güneşin zalim oklarına hedef olurum, alnımda bir tutam ter akar, kıllı göğsümde sıkışan küçük haylaz kafesini zorlar ama diğer günler yine şahlanır Jack. Hayallerin sisli vadisinde bir ev inşa ederim. Ahşaptan olanından, içini döşerim onunla; bir dalga sessi çatı katında ruhuma fısıldar, kağıttan yükselen hışırtılar suratımda gülümseme açar çünkü onun bir şeyler çiziktiren ellerini, ellerindeki dövmesiyle hatırlarım, yanı başımdadır. Bazen göbeği vardır, suratında ki sivilce büyümüş, saçlarını beğenmez, kıyafetleri eskir. Yama yaparız, göbeğini ısırırım, diş izlerim kalırken çığlık atar. Düşünceli ve hülyalı bakışları ufukta yükselen güneşe takılıp sessizce melankolinin tadını çıkarır ve ben durmadan kafa açarım. Elimde sigara ve kahve.
Hayattan öğrendiğim, onunla bildiğim şeyler dağ misali yükseliyor. Ve fark ediyorum ki hiç bir şey bilmiyorum. Duygular nehrine giren biri hiç bir zaman aynı kalamıyor, ya nehir değişiyor ya da sen Jack. Tepende parlayan güneş bile farklı açılarda başkasına vuruyor ışıklarını, kıskanıyorsun, karanlık bir gece de yolunu kaybettim derken, dalların arasından sıyrılan dolunay yol gösteriyor sana, bilemiyorsun.
Onlayken hayat daha korkunç ve daha bir katlanır. Bunu öğrendim işte Jack. Hiç kolay olmayacak bir dansa tutuştuk, hareketleri öğrendiğimiz an kurallar değişiyor, tökezliyorsun, yere düşüp üstün başın toza bulanıyor ama ayağa kalkıp devam etmeyi her şeyden çok arzuluyorsun. Dans bitsin istemiyorsun Jack. Dans tutkuyla ve bazen düşük bir müzikle devam ediyor, şüphelerin, yorgunlukların ve kırgınlıkların biriktiğinde zemine sert basılan adımlar coşuyor ama dans hep devam etsin istiyorsun çünkü müzik hep orada, anlıyorsun dimi. Onu görmezlikten gelemiyorsun.
Biz hiç normal olamadık, ben olmayı beceremedim, o ise dondurma yalamaya devam etti. Düşük çene ve bol sevgi sözleri saldım atmosfere, güneşten ve yarınlardan bahsettim o dipteyken, onu kurtarmak belki azizliğimin canavarıydı, ona dokunmak değil kurtarıcısı mı olmak istiyordum, bunu sordum bugün kendime ama yanına indiğimde, belki bir tutam sustuğumda elini tutabildim, sıcaklığını hissettim. Belki de bazen sadece çeneni kapatıp elini tutmalıyım, beraber sessizce yaşamalıyız. Dimi sevgilim...
Umutlum hani Jack, beni bilirsin, biraz melankoliyimdir, birazda tiryaki. Aldırma sen beni, elimde sadece o ve kelimeler var. Gündüzleri ona gece sana sığınıyorum anla beni. Şimdi o yolcu, gözleri kapalı ve arada dişlerinden yükseliyor müzik, birazda horluyor hani. Ağzı açık uyuyor, odayı kaplayan gece lambasına gölge olan ayağım, suratına düşen ışıktan koruyor, parmaklarım bir şeyler yazıyor, aklımdan çıkan şeyleri, bir kaç uğultuyu işte.
Yarınları bekliyorum ve onları sadece beklenen bir tren gibi sigara yakıp fenerlerinin gözlerimi almasını beklemeyerek; zor olacak biliyorum, ben hiç bir şey bilmiyorum. Elimde bir tutam sevgi ve aşk var, bunun yeteceğine inancım... Sırtımı dayıyorum.
Ona ve yarımlarımıza Jack.