Jack masal zamanı. Karanlık çöktü ve ruhlar aç, onları doyurma sırası...
Bir zamanlar bir çocuk varmış, sıradanlık en büyük korkusu, aynadaki yansımasına gülmeyi yasaklarmış, izlediği filmlerin ve okuduğu kitapların içinde aradığı bir şey varmış Jack. Yüce bir acı; seni diğerlerinden farklı kılan bir amaçmış bu. Yüzünü yaralar, kendini çizer karalarmış, Dostoyevski’nin şu sözleri kutsal bir ayet gibi ezberlemiş: kendi yolumda yanlış gitmek, başkalarının yolunda doğru gitmekten iyidir.
Onlar gülerken o surat astı, pencere kenarında sessizce dışarı izleyip diğerlerinden kaçtı, onlara selam vermek onlar gibi olmaktı, onlardan tiksindi Jack. Kahkahalarından tiksindi, hepsi sahteydi anlayacağın. Eve yalnız yürüdü. Söyleyecek kelimeleri ve susacak zamanı yoktu onlar için. Sıradan olamayacak kadar farklıydı benliği, o buna inandı. Eğer sessizce tüyleri kabarana kadar kendini yalnızlığa ve acıya bırakırsa, duvarı izleyen izole gözleri karanlığa alışırsa, melankoli ile savrulan mutluluğu tadacağını biliyordu.
Kendini kurt sandı ve yorgana gizlendi, kimse bulamazdı onu orada, farklı olmadığını söyleyemezlerdi ona, kendisini sakladı diğerlerinden, hep maskeleri vardı, kırmızıya boyadı Jack bazen, bazen ise karanlığa. Herkes bir şey dedi hakkında, soğuksun, bakışlarında bir hiçlik var. Kötü sözlerdi hane bunlar ama Jack, onun hoşuna giden sözlerdi bunlar. Kırılmazdı ve gurur duyardı, insanların içinde kahkaha attığını yakalarsa kendini hemen buz keser, eski ve o kutsal acının yorgunluğu ile hiçlikle bakmaya zorlardı kendini. Mutlu olmak istemiyordu ki Jack, sıradan olmak demekti anlıyor musun mutluluk.
Hep yalnızdı yıllar yılı yalnız kaldı. Övünürdü de hane yalnızlığından, kim kendisi gibi tek başına sinemaya gitmişti ki sonuçta, çatalladığı yemek tabağını garson aldı, acıma dolu bir bakış attı, hiç bir kızın elini tutmadı, hiç bir kızdan iltifat almadı, abisinin utancı babasının işe yaramaz israfıydı, annesin ise en büyük hayal kırıklığı. O bundan zevk aldı.
Yalnız yürüdü hane, kışları severdi, kahkahalardan uzak bulutların toplanmasını, yağmurlu ve kasvete ihtiyacı vardı, derin ve kusurlu insanların sessiz bakışlarında kendisi gibi olanı aradı hep. Acıyı seveni, sıradan olmayanı ama tanıdığı ve elini tutan herkesin korkak olduğuna inandı. En büyük idolü bir şarlatan, elini uzattığı hayranlık abidesi kocaman bir palyaço.
Hep bir idol aradı, üstüne onu giyip kuşanacak, karizmasını ve sıradanlıktan çekip alacak bir idol. Herkesin hayran olduğu birisi.
Hep yanıldı, kitaplara sığındı ve en büyük dostum, hayatta beni anlayan tek kişi dediği yazar Dostoyevski’ye sığındı. Kitaplarında ki karakterlerde kendisi vardı; İvan, Raskolnikov, yeraltı adamı ve budalası, tüm o alçak ve kaybolmuş yarım insanlarda kendisinden bir parça bulması yalnız olmadığının işaretiydi. O da kitapların dünyasına yolculuğa çıktı Jack.
Bu dünya fazlasıyla sıradan, yapmacık sevgi ve korkaklarla doluydu. O derin bir sevgi ve acı dolu bir ülkü istiyordu, kurmacalara sığındı. Orası hane, daha gerçekti onun için. Gerçek bir şeyler hissedenlerin diyarı...
Zaman eridikçe, bulutlar döngüsü içerisinde birikip şimşek çaktıkça dalgalar azdı ve sıradanlığa itildiğini hissettiği işinden istifa etti. Orada fazla sıradan kelimeler dökülüyordu, ocakta dedikodu vardı, çaydanlık fokurduyor ve sıradan hayallerin demi pis kokuyordu. İşten çıktığında cebinde bir kuruşu yoktu ama kendini sıradanlığa teslim etmeyecek kadar değerli görüyordu.
Yüce acısı ve yalnızlığı yine yanı başında dikile dursun, durmadan okudu. Annesin gözlerinde ki hayal kırıklığı, babasının gece lambaları kapatan kıllı ellerinden yayılan öfke ve kimsenin anlayamadığı bir boşluk ruhunu kapladı. Sessizlik uzadıkça zaman aktı, büyük olmak denen canavar kapıda bekliyor, bastonunda sorumluluk ve dış dünyaya açılan bir ağırlık vardı. Onu çağırıyor, görmezlikten gelinmeyecek sesler çıkarıyordu.
O da üniversiteye yollandı, çalışmak istemiyordu hane.
Sonra tüm o yalnızlığı ve kaybettiği gülümsemenin ardından yatan bir yaratıçılık sevdası ile çizdi, yazdı ve çekti gördüğü her şeyi. Gece biraz daha rahattı boşlukta yastığına sarılmak Jack. Biraz daha katlanılırdı. Sevmeye ve içinde olan her şey biraz daha kendisinden uzaklaştığını görmek ise can yakıcı idi. O da pes etti kendisi gibi olanı aramaya, yalnızdı ve bunu anladı. Kimse bakışlarında kaybolan sessizliği anlamak istemedi, kimse sıfatlarını koparıp atarak elinden tutmadı ki, oysa istediği de buydu. Ama kocaman bir yalnızlık hali tüm vücudu buz kesti. İşte gerçek yalnızlık buydu belki Jack. Parmakların sırtında bir eksik aramaz belki, suratında bulunan kusur önemsiz bir izdir, kabul etmişsindir yalnızlığını ve susmuşsundur. Sigara içersin balkondan ve kimse saatin köründe ne hissettiğini sormaz, değersiz bir sıradanlık kokarsın, parfümün ucuzmuş derler. Onlar hep bir şey söyler.
Sonra birisi çıkar hiç beklemediğin an, sana bakıp seni anlayan, sana benzeyip senden farklı olanı görürsün. Elini uzattığın kişi hayal kırıklığı olmadığını hissedersin, güçlü bir histir bu ve yanında yalnız hissetmesin. Onun yanında korkak olamayacak kadar kendin olursun ve yüce bir acı olsun ya da olmasın senin elini tutmaya devam eder. Ne olduğunu anlayamazsın, gerçekliğin yitik bir anı, solmuş çiçeklerin kaldırımlarda filizlenmiş rengine bürünürsün. Bir var işte, seni görüyor ve gerçekten görüyor. İşte sen o zaman anlarsın ki kendini gülerken yakaladığın vakit, sert ve düşünceli bakışlarına dönmeni umursamayan ve hala yanında kalan biri olduğunu. Seni sevdiğini fısıldayan biri.
Yalnızlık ve ulu bir acı arayışın kocaman bir kaçış olduğunu fark edersin Jack. Sıradan olma ve yok olma arasında kaldığında seçtiğin yok olmak ise artık önemsizdir. Çünkü karşında seni özel hissettiren birisi vardır, o yanında kalsın ve ya gitsin artık kendine aynı bakamayacağın bir ben vardır. Çoktan sana dokundu; kendinden kaçamazsın, düşüncelerin ışık hızında yayıldı her bir yıldıza, ne parlak ne de kara çaldı, artık bir şeylerin farkındalığı ile mecbursun yaşamaya.
Sıradan olmayan bir sıradanlığın sıcak ateşinde, aynı gökyüzünü paylaşmanın verdiği bir huzur vardır gecede.