Jacques Derrida düşününe bakıldığı zaman Batı felsefesine karşı olumsuz bir tavrı olduğu görülmektedir. Batı felsefe tarihinde düşüncenin genelleyici ve indirgeyici anlamda kullanılması düşünüre göre yapı merkezci bir tutumdur ve bir mevcudiyet yaratır. Ona göre bu, olanaksız ve hiç gerçekleşmeyecek olandır. Çünkü merkezde olan ve en temele alınan şey dahi bir kökensizliğe hasretmektedir. Düşüncenin merkezdeki katılığı ve tek bir anlam üzerinde imleyici ısrarı, mevcut olanın metafizik yapısından başka bir şey değildir. Yapıyı oluşturan unsur belki de kıyıda köşede kalan dipnotlar veya kavramlarda vuku bulacak veyahut bir paradoks dahi olabilecektir. Düşünür bu noktada metinden başka bir şeyin olmadığı dünyada yapıyı sökmenin ve yeniden ‘’anlam üretici’’ bir ustalıkla inşa etmenin öneminden bahsedecektir. Aynı zamanda bu, bir kökenden yoksun olan ve köksüzlük üzerinde salınarak gerçekleşen bir yapım ve bozum olacaktır. Öyleyse Derrida için metnin neden bu kadar önemli olduğu ve yapısökümün pratikteki işleyişinin nasıl olduğu soru konusu olacaktır. Hiyerarşilerin kavramsallığındaki mevcut metafiziksel durum, yani ‘’yapı (metin)’’, söz ile yapının ikircikli halinde bir metafizik hiyerarşisi oluşturmaktadır. Batı metafiziği kendini Platon’dan beri söze (logos) dayandırır. Söz yazıdan önce geldiği için kendini her daim bir mevcudiyete dayandırarak meşrulaştırma istemindedir. Batı düşüncesi bu yüzden ses merkezci bir geleneğe dayanmakta, sözü yazıya göre ayrıcalıklı saymaktadır. Söz ile yazı temelindeki bu ayrım tüm ayrımların başlangıcı olarak görülmektedir. Örneğin kadın-erkek, gösteren-gösterilen, varlık-yokluk gibi temel ayrımların da sözün ‘’şimdi’’ içerisindeki varoluşunun yazıyı dışlamış olmasından gelmektedir. Bir anlamda Derrida’ya göre sabit anlam olmadığı için Batı düşüncesi sözün şiddeti ile yazıyı dışlayan tüm edimleri nezdinde bir şiddet tekeline dayanmaktadır. Derrida bu kapsamda yeni bir düşünme biçimi önermektedir. Anlamın ertelenmesi ile mevcudiyetin yokluğu nazarında bu düşünme biçiminin gerçekleşeceği tek yerin metinler olduğunu söylemektedir. Bu dilsel ve her gösterenin başka bir gösterilen ile ilişkisel olduğu bağlam, metnin yapısökümü ile anlam yaratan öz dönüşlü olanağıdır. Ona göre söz merkezciliğin kutsallaştırılmış hakimiyeti metnin yorumlarının kendi içinde her daim farklı olması yönünden gerçek bir alan yaratır. Dil ve metinler dünyanın bir yansıması değil dünyayı nasıl yapılandıracağımızı anlamak ve anlamın bir başka text (metin) üzerindeki gösterendeki farkını oluşturmaktır. Yapısökümü, klasik Batı Avrupa düşüncesini söküp ondaki ‘’temel’’ malzeme (kavramlar) ile yerine daha eleştirel ve dönüşlü bir yapı üretmeyi amaçlamaktadır. Ona göre yapılması elzem olan dışsal değil içsel bir eleştiri olduğu için ‘’mevcut kavramları’’ reddetmek yerine onları yapıbozumuna uğratarak daha kullanışlı hale getirmek gerekmektedir. Bu yüzden Nietzsche ve Heidegger gibi düşünürlerden her ne kadar etkilenmiş olsa da metafiziğin tümden reddine yönelik bir istek duymaması yönünde ayrılmaktadır. Derrida diğerleri gibi metafiziği yok etmekten ziyade içten fethetmenin peşindedir, çünkü o (kavramlar) olmadan düşünebilmek olanaksızdır. Bu noktada ‘’différance’’ söylemi önem arz etmekte çünkü yazının farklılığı ve yenilenebilirliğini sağlama noktasında bir ayırım sağlamaktadır. Yapının yapısallığını oluşturan merkezin yeri sürekli değişmekte ve mevcudiyeti ‘’différance’’ ile yok olmaktadır. Metinlerarası okumadaki ilişkileri görebilmek, différance’ın metinde bıraktığı izleri görebilmektir. İz, her defasında farklı bağlamlar içinde farklılaşarak okunan metnin temelli olduğu kadar temelsizliğidir. Bu yapım bozum uğraşının dayanağı olmakla birlikte différance’ın sergilenemeyen devinimini de açıklar niteliktedir. Gösterilenin kendisi gösterildiği an (şimdi) içerisinde bir varoluşa sahip ancak différance için durum hiçbir yerde olamayışın olmaktalığının olmaması yönünde farklıdır. Derrida, onun (différance) gözüktüğü anda gözden yitme ile baş başa kalacağını düşünmektedir. Sonuç olarak, Derrida’ya göre yapısökümü ile anlamın ertelenmesi yokluğun bulunmama halini yansıtacak bir anlam uğraşıdır. Onun için ulaşılabilecek olan ne bir hedef ne de bir hakikat vardır. Varlığın hakikati kendini sunamamasından, yani olmayışından gelmektedir. Heidegger’da varlığın hakikati kökensizlik iken ondan etkilenmiş olan Derrida düşününde différance (ayırım) olması bakımından, yapı-sökümün inşa edilen hakikatten duyulan tedirginlik içerisinde filizlenen bir anlam oyunu olduğu söylenebilmektedir. En nihayetinde ‘’ben’’ merkezindeki tüm kategorilerden uzaklaşıp bahse konu anlam oyununda ‘’anlama’’, unsurlarına ayırıp tekrar bağlayıp birleştirmek ve tekrar bozmaktan gelen bir gayrettir. 




Referanslar:


AYDINALP, E. B. (2017). Jacques Derrida’da yazı ve anlam oyunu. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (38), 151-160.

Balkin, J. M. (2004). Yapısöküm. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 13(1).

Derrida, J. (2020). Yazı ve Fark, çev. P. Burcu Yalım. İstanbul: Metis Yayınları.

Rutli, E. E. (2016). DERRIDA’NIN YAPISÖKÜMÜ. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (5), 49-68.







Yazar: Dilara Aydın