Yüzünü bir ressam gibi inceliyor, burnuna pudra süngerini sürüyor ve bir süre düşündükten sonra, dudaklarına ihtiyaç duydukları kırmızı rengi sürüyor.
Aynadan suratına bakıyor, beyazlar içerisinde, canlılıktan uzak burnuna, yanakları kırmızılığını yitirmiş, pörtlek gözleri kendisinde aradığı ne ise bulamamış bir hayal kırıklığı ile sönük. Kırmızı ruju yakıştırmıyor kendine ama silmiyorda; bırak kalsın, bırak sessi yutan kırmızılık yerine ait olmayan, istenmeyen bir şey olarak varlığını sürdürsün diye düşünüyor. Bu aralar çok düşünüyor.
Gelin damattan ayrılmış, yüzük İran halılarıyla donatılmış zeminde sekerek bir çocuğun elinde oyuncak olmuş, damat şaşkın, annesi sinirli, misafirler pasta yiyemeyecek miyiz bakışlarıyla utançlarını saklamaya çalışıyor. Jinny dalgalara vurmuş bir balina gibi, köşede kimsenin kendisini fark edemeyeceği bir perdenin yanına gizlemiş, sigarasından içiyor, çocukları kovalıyor yanı başında birbirlerini kovalayan çıkan kaostan haberdar olmayan çocukları. Yalnız bırakın diyor, karmaşanın tadını çıkarmak istiyorum, ağlayan gelini umursamıyor, kel ve koca göbekli damat için üzülmüyor. Hiçbir şey için bekliyor.
Neden buradayım, nedenlerle sorulu bir hayatın parmaklıklarında sıkışmış bir yapmacıklık abidesi diye nitelendiriyor kendini. İstemediği şeyleri pençesinde uyumaktan alı koyulan bir keçi. Sigarasını içiyor ve damattın kırmızı suratında yaşadığı hayal kırıklığına bakıyor; ağla ve kaç, ağla ve her şeyi ardına bırak. Ben öyle yapmadım mı diyor jinny. Ben tam olarak böyle yaptım.
Bebeği karnında öldü, annesi yanına yoktu babası başka barlarda başka kadınları yatağına attı, polis omuz silkti, tebeşirle çizilen bir ceset ve ruhu kirleten yanlışlıklar, günahlar ve adaletsizliğin delili yok deyip gitti. Bebeği öldü ve jinny yalnız odasında, perdeye vuran ay ışığının soğuğunda, gözlerinde hayret ettiği bir okyanus dalgaların coşup almaktan üşendiği bıyığında hissederken kimsenin haberi yoktu. Kimse ne hamile olduğunu biliyordu ne de ağladığını. Gece güzeldi ve kendini asmayı sonraya sakladı. Ah jinny dedi kendisine. Kocaman bir ah çekti...
Ertesi günün akşamında suratını boyadı, ne bir gerillaydı ne bir palyaço ne de sarayda kralını güldürmek zorunda olan biri. Kendi isteğiyle eli gitti yüzüne, defalarca pudraladı suratını, eyerliner çekti, gözlerine biraz makyaj bir biraz canlılık ve herkes gibi olmanın verdiği ruhsuzlukla herkese dönüştürdü kendisini.
“Yarın geliyorsun dimi canım?” demişti Rose. Rose çok konuşurdu. Heyecanlı ve aptaldı.
“Evet, elbette geliyorum. Düğününü asla kaçırmam,” gelmek istemiyordu jinny. Evde oturup şarap içmek istiyordu. Öğrencilerinin notlarını okumak istemiyordu. Çocuğunu, onu bir kız olarak hayal etti, gelecekte var olacak anıların bir çırpıda silinip atılmasına fena içerledi; ağladı, şarabını içemeden, makyajını, göz yaşları içerisinde dağıtırken tekrar tekrar eyerliner çekti. Çekti ve aynadaki tombul yanaklarındaki izleri elinin tersiyle sildi.
İşte düğündeydi. Herkes elinde şarap kadehleri, kokteyller ve yapmacık suratlarla sanattan ve politikadan konuşurken aptal kızlar arasında aptal kıkırdamaları izledi; şu erkek fena değil diyor biri, diğerİ aman diyor, sakın bulaşma ona. Gözü yaman egoist biri. Diğeri tam bana göre işte diyor.
Jinny ağlamak istiyor. Çocuğu öldü ve çocuğun babasının haberi bile yok. Bir gece barda, o gece içkide yalnızlığına, içerken kendini başkalarının kollarında buldu. Özlemişti ilgiyi, sevgiyi ve belki biraz güzel hissetmeyi. Sevişirken zevk almadı, adam pantolonunu giyip giderken içtiği sigaraya üzüldü.
İşte olan olmuştu. Varlığım bir trajedi. Düğün iptal millet, askılıktan ceketinizi toplayıp yollanın bakim. Gelin terk etti damattı diyorlar, fısıldıyorlar. Kadın sinir krizi geçiriyormuş, evlenmek istemiyormuş, öyle diyorlar. Jinny söylenenlerin kurbanı. Rose’un bir evlilikle köle olmaktan korktuğunu söylüyor biri. Diğeri modern dünya işte deyip kokteylini dikiyor kafasına. Kırmızı elbisesi, dekolteli bacakları nefret dolu suratını gizleyemiyor.
Rose, aptal Rose. Hiçbir zaman ne istediğini bilmediği bu dünyada büyümesine rağmen annesinin memelerinde hayata dönen Rose. Başka bir erkeğin gölgesinde yaşamak, annesinden ayrı kalıp karar veremeyecek kadar saf olan rose... jinny’i şaşırtmamıştı bu olay. Jinny'i hiçbir şey şaşırtmıyor artık. Çocuğu için bir cenaze mermeri dikememiş, acısını paylaşamamış bir yürekle dikiliyor perdenin kenarında. Sigarasından bir fırt içmiş, sonrasında sönmüş, çocuklar artık koşmuyor. Kokteylleri dağıtan garson kaçmış.
Jinny de kaçıyor. Topukları götünü vura vura. Ağlamaya ve içmeye.
Bu öyküler virginia woolf'un Dalgalar kitabından esinlenerek yazılmıştır.