"Sahip olmadığım, yapmadığım ya da yaşamadığım bir şeyden kurtulamam. Yapabileceğim her şeyi yaptıktan, kendimi bir şeye adadıktan ve ona varlığımla katıldıktan sonra kurtulabilirim ancak." Anılarında böyle yazmış Jung...

Sahip olmak, birine bir nesneye ya da herhangi bir şeye. Bu mümkün müdür? Yoksa her şey hayatımızda yalnızca belirli bir dönem bize eşlik etmek için mi var olur?


Yaşarken sonsuza kadar bizimle gelecek sandığımız ve onlarsız eksik, olmamış, tamamlanmamış gibi hissettiren duygularımız bir zaman sonra neden bizi serbest bırakır ve yerini yeni duygularla çevreler?

Yaşayamadığımız, hayallerimizde imgeleyip gerçeğe uyarlayamadığımız her duygu sanki bizi harekete geçirmeye yemin etmiştir. Ve nihayet bizi ikna ettiğinde artık bir tutkunun peşinde yola çıkmış oluruz. O kadar çok koşarız ki peşinden biliriz; bizi iyi edecektir, doyuracaktır, tamamlayacaktır bu tutku. Ve nihayet kendimizi ondan ayrı tanımlayamaz olur, varlığımızı varlığıyla anlamlandırırız.

Her şey kusursuzdur artık ancak bir süre sonra bu tutkuların da aslında yaşanabilecek, ulaşılabilecek duygular olduğu fikri rahatımızı kaçırır. Şimdi artık bizi heyecanlandıracak daha cazip yerler, kişiler, duygular, nesneler vardır.


Kurtulmayız tüm eski duygulardan, yeni gelecek olanları tüketmek üzere yola koyulmalıyız. Başka bir yerde daha iyisinin var olduğu ihtimaliyle korkunç bir kısır döngünün içinde, her geçen gün kurtulduklarım listesine bir yenisini ekleyerek…


Listeyi günden güne kabartırken, hala bir şahsiyetim kaldı mı diye ara ara kontrol edenler kaldıysa, insanın vefalı bir canlı olabileceği ihtimaline bir süre inanabiliriz…