Durup düşündüğümde hiçbir şeyi dışarıya önemsemiyormuş gibi görünsem de az konuyu çok düşündüğümü fark ettim. Melankolik bir yapıya sonradan gelmedim. Bu yapım ya doğuştan ya da ta küçüklükten kalma. Mutlu göründüğüm anların çoğunda içimde o andan bağımsız çöken bir hüzünle içten içe düşünmekteyim. İnsanları, kendimi, bahtsızlığımı... Bazı anlarda kendime bahtsız demek bana küçük şımarık bir çocuk gibi hissettirse de kendimi bunu demekten alıkoyamıyorum. Öyle dertler varken benim bu küçük sorunlarım o kadar büyüyor ki bütün ruhumu kaplıyor. Sanki bir dert tohumu içime atılmış ve yavaş yavaş filizlenip beni ele geçiriyor. Kafamı meşgul etmeye çalışmak bazen işe yarasa da çoğu zaman boşlukta süzülmekten başka bir şey ifade etmiyor.

İnsanlara bir şeyler anlatmak istemiyorum çünkü herkesin durumu böyle, derdi başından aşkın... Ayrıca bir şeyler anlatılsa bile kimsenin sorunları çözmeye, karşı tarafı iyi hissettirmeye mecali kalmamış. Herkesin içi çürümüş ve sade bir kabukla yaşıyor. Ama umarım ruhumuzu ele geçiren o tohum kabuğumuzu kırıp içimizdeki çürüklüklerimizi ortaya çıkarmaz.