Bazı şeyleri ne kadar anlatmak istiyor olsam da olmuyordu.

Beceremiyordum.

Bazen hissettiğim duygulara, düşüncelere doğru kelimeyi bulamıyordum.

Anlatmaya çalıştıkça oraya uygun gördüğüm her kelime rahatsız ediyordu beni.

Anlaşılmak istiyordum sadece...

Bazen dönüp bakıyordum kendime, düşünmekten beynim uyuşuyordu.

Bedenim daha fazla düşünmeme izin vermiyordu.

Yine de tekrar tekrar düşünüyordum ne düşündüğümü bilmeden.

Düşüncelerim bile düşünüyor hale geliyordu artık.

Düşüncelerim, duygularıma meydan okuyordu.

Fazla geliyor, ağır geliyordu.

O güzelim kar taneleri çığ oluyordu.

Ve ben o çığın altında ısınmayı deniyordum.

Hayat hapishanesinde dehşet verici bir karışıklığın ortasında hapsolmuş gibiydim.

Ruhum acı çekiyordu sanki, yardım istiyordu benden.

Bazen kalbime doğru nereden geldiği belli olmayan bir sızı hissediyordum.

O kadar derin hissediyordum ki bunu, ayak parmak uçlarıma kadar iniyordu bu sızı.

Sanki kalbime muazzam bir kuvvetle bastırılıyormuş gibi oluyordu.

Samimiyetsizlik beni mahvediyordu.

Fakat samimiyet de istemiyordum.

Yürüyen bir ceset gibi olmuştum artık, bunu saklayamıyordum da...

Sürekli kaçıyordum, hayat yakalıyordu beni.

Hiçbir şey yapmıyordum, hiçbir şey istemiyordum.

Bilmiyordum.

Öyle sanıyordum.

Sonrasında anladım, hiçbir şey yapmamanın çok şey yapmak olduğunu ve hiçbir şey istemememin henüz ne istediğimi bilememezliğimden olduğunu.

Biliyordum artık bir şeyleri, bir şeylerin olduğunu, bir şeylerin değiştiğini...

Birçok şey değişiyordu, ben değişiyordum.

Kendimle sürekli, yeniden, tekrar tekrar tanışıyordum.

Geçmişe gidiyordum bir şekilde ister istemez.

Geleceği düşündüğüm kadar düşünüyordum geçmişi.

"Olması gereken oydu, o oldu, geriye dönebilecek olsak yine o olurdu, öyle olurdu." diyordum.

Rahatlatıyordum kendimi.

İçten içe biliyordum, öyle değildi, öyle olduğuna inanmak istiyordum.

Hayatın benim için hazırlanmış olan bölümüne eşlik ediyordum sadece.

Rol yapıyordum çoğu zaman, yalan söylüyordum kendime.

Kendimle konuşuyordum, yine kendimle ediyordum tüm kavgaları...

Kendimi sevmekten korkuyordum.

Gökyüzünü, denizi, bir rengi, bir şarkıyı, bir kitabı, bir kalemi, bir insanı... Canlı cansız birçok şeyi seviyordum.

Ama bahsettiğim ve yaşadığım sevgiyi tam olarak hiçbir zaman açıklayamıyordum.

Kendimi sevmek ne kadar zorsa benim için, nefret etmek o kadar kolay geliyordu.

Ben beklemeyi öğrenmiştim.

Hep bir şeyleri beklemeyi.