Mum ışığının yarattığı aydınlık adeta sessiz çığlıklar saçıyordu etrafa. Pencerenin ardından seçilebilen eski binaların duvarları, çalışmayan sokak lambaları yüzünden daha da korkutucu bir hal almıştı. Tam da o esnada içeri girdi. Anahtarını kapının kenarında duran sehpanın üzerine yavaşça bıraktı. Artık sinirli davranmıyordu. Zaten istese de davranamazdı. O kadar yorgundu ki, yalnızlığını düşünecek en ufak hali bile yoktu. Yıpranmıştı artık, hayatı onu uçsuz bucaksız kör noktalara taşıyordu sürekli. Yorulmuştu bundan, dayanacak gücü yoktu, kalmamıştı artık. Sürekli bir şeyleri yoluna koymaya çalışıp her şeyi daha da kötü yapmaktan sıkılmıştı. Acıktığını fark etti bunları düşünürken ama yerinden kalkmadı. Gelir gelmez oturmuştu o kanepeye. Sonra yanan mumu fark etti. Anlaşılan evden yeni çıkmıştı o. Eşyalarını almaya gelecekti. Ama gün söylememişti. Demek ona haber bile vermemiş. Yüzünü bu kadar görmek istemiyor demek... Yine baş başa kalmıştı kendiyle. Gözleri ağırlaştı sonra gittikçe . Yerinden kalktı. Son gücüyle muma üfledi ve söndü mum. Bir müddet baktı odaya, karanlıkta bir şeyler aradı gözleri ama bulamadı aradığını. Sonra vazgeçti bu arayıştan. İçeriye yöneldi, üstünü bile çıkarmadan uzandı yatağa. Elinden hiçbir şey gelmiyordu ne de olsa. Her zaman yaptığını yapıp uyuyacaktı. Uyuyacaktı, ertesi sabah tüm bu kabus yeniden başlasın diye...