Yürüyordu adam dizlerine kadar birikmiş karlı yolda izlerinin kaybolduğundan ve de bazı güzellikleri çiğneyip geçtiğinden habersiz. Her bir adımını sertçe atıyordu aksi halde biliyordu ki hiçbir tesiri yoktu adımlarının, düşünüyordu ki ancak öyle yok edebilecekti tüm acılarını. Her bir adımında eşsiz kar tanelerini eziyordu. O minik, benzersiz kar taneleri...


Hep de böyleydi, öfkeyle atılan her bir adım güzel şeylere zarar veriyor ve en çok onları yok ediyordu. Yaşamın tüm bu yazısız kuralına inat tam bir titizlikle çalışıyordu kar taneleri, açılan her bir boşluğu doldurmak için var gücüyle çalışıyorlardı. Neydi bu telaşın sebebi? Hayat bunu mu gerektiriyordu? Hayatta kötü giden şeyleri düzeltmek için bu kadar titiz bir çalışmaya, çabucaklığa gerek var mıydı? Biraz “an”da kalmak gerekiyordu. Salına salına aşağı inip çarpıcı renkteki, gayet alımlı, tüm güzellikleri bünyesinde toplamış bir çiçeğe buse kondurup kendisine onun bünyesinde yer bulmalıydı. Bazen de “son”u hatırlamak gerekirdi çünkü onun varlığını bilip “şimdi”nin kıymetini daha iyi anlamak için. Belki o zaman daha kıymetli davranacaktı kar taneleri. Zaten onlar bilseydi eğer bazı şeylerin yavaş yavaş güzelleştiğini, bürünürler miydi bu telaşa ve de gerçekten kendini kaybederler miydi her şeyi güzelleştirme çabasıyla?


Adam sert bir adım daha attı. Zevk almak ne demek bilememişti bir türlü adam, hayat ne demek ve yaşamı eşsiz kılan neydi? Asla bilemeyecekti de, bir zamanlar sanıyordu ki herkes onu hatırlayacaktı. Ama çokça yanılıyordu adam. Bilmediği bir şey vardı, unutmak bu kadar da zor değildi insanlar için. Menfaat bittiğinde çabucak unutulacaktı her şey, hisler bittiğinde çabucak silinirdi tüm hatıralar. Kıymeti yoktu bazı şeylerin; onu neden, niçin, nasıl yaptın, nelerden vazgeçtin, neleri karşına almıştın... Hiç mi hatrı yoktu geçen günlerin, yaşanılan anıların, beslenen duyguların. Neden diye düşündüğünde adam, çok basit bir karşılığı vardı aslında: “Yapmasaydın!” diyeceklerdi. Acının tatlı tebessümü vardı adamın yorgun yüzünde. Aslında anlamalıydı o an, bu ilk değil son da olmayacaktı. Belki de ölüm bir çare miydi yoksa yeni bir sonun başlangıcı mıydı?


Bu kabustan uyanmak gerek. Her gün ölüp ölüp dirilmek değil, her gün güzel ölmek için yaşamak gerek. Her gün güzel bir sona hazırlanmak, bu makus bedeninden toprağın üstüne çıkacak olan yeşilliklere inanmak gerek. Her günü yaşamak, acele etmeden yavaş yavaş tat alarak sona uzanmak gerek. Tüm güzelliklerin bilincinde ölümün eşiğinde yaşayıp ardında güzel şeyler bırakmak, güzel hatırlanmak, böylece sonsuz olmak gerek.

Kabustan uyanmak gerek.