Bir bulut gibiydi

Üzerime çöken karanlık

Ve aklıma çöreklenen geçmiş

Bir bulut bu, öyle mi?

Kafamın üzerinde, beynime basıyor

Bir bulut böyle ağır olabilir mi?

Ayaklarının izi var işte

Kontrol ediyor beni.

 

Hissediyorum bazen,

Su yüzüne çıktığımı, bir nefes aldığımı,

Ciğerim yanıyor, gerçekler hep böyle acı mı?

Tekrar bir el,

Bastırıyor kafamdan:

“Sen ölmelisin…” sesi bir fısıltı ancak

Çığlıklarla boyalı

“…Sen öldükçe ben yaşayacağım.”

Her seferinde biraz daha batmalıyım

Gün ışığı hep biraz daha uzağımda kalmalı

Derinler mi korkuttu beni, yoksa sığlar mı?

Ben bu okyanusa dalmadan önce kimdim?

Neler mutlu ederdi beni, kimleri severdim?

Var mıydı benim de hislerim? Yoksa hep böyle bozuk muydu gözlerim?

Hatırlıyorum ki yazım bir zamanlar güzeldi,

Yazdıklarıma gerçekten özenirdim.

Kıskandığımı bilmeden ayıpladığım pervasızlığın,

Benliğim olacağı günlere gelir miydim?

Geldim ama bilir miydim sonsuz kalacak yalnızlığı?

Ve sırtımın içine yerleşen bulutun dostluğuna muhtaçlığımı?

Bilsem ben, ister miydim yine de denemek?

Yine ben olmayı seçer miydim bir başka yaşamda?

Sorun belki de ne hayatta ne şartlarda,

Bende yanlış bir şeyler, hatalı bazı hisler…

Şimdi görüyorum ki günler karalı,

Çizgiler çekilmiş duvarın, üstü boyalı.

Ve benim öfkem ki uçsuz bucaksızlıkla sınırlı,

Yolu yok yönü yok ama varlığı hummalı.

Beş, beş, beş derken yıllar olmuş

Duvar dolmuş, çizilmiş üstü tüm adlarımın

Yıllar olmuş, olurken savrulmuşum diplere, doruklara,

Bir varmış bir yokmuş derken ben yalan olmuşum,

Erimiş dolmuşum yatsıya kadar yanan mumlara,

Yok olmuşum.