Eskilerden, çok eskilerden. Yüreğimdeki acı eskilerden, sen eskilerden. Her şey eskilerden ama her şeyi de eskiye atamayan ben.


Çoğu şey eskir, bilir misin? Eşyalar eskir, kıyafetler eskir, zaman eskir. Ama duygular? Senin hiç duyguların eskidi mi? Benim eskidi. Çok tuhaf ki yıllanmış bir şarap edasıyla eskidikçe o duygular daha değerli oluyor. Daha çok değerli ama daha çok da korlanan ateş türünden. Hem yakıyorsun, hem yaşıyorsun en eskilerimde.


Yağmur yağıyor şimdi usulca. Acılarım uğruna bulutlar benim yerime ağlıyor bugün. Kurumuş gözyaşlarım uğruna izliyorum öylece. Her şiddetlendiğinde sesi, kulaklarımda daha acı biriktiriyor. Gökyüzü güneşe küsmüş bugün, gökyüzü bile sen yokken aymak istemiyor. Ne beni aydınlatıyor gök, ne de seni aydınlatıyor. İkimizi de cezalandırıyor gök. Bu cezayı hak edecek ne yaptık? Aslına bakarsak çok şey. Kırıldığımız noktalardan birbirimizi kırdık. Ama akıllanmadık. Aynaya baktığımızda o an, bütün çirkinliğimizi görüyorduk. Birbirimize bir o kadar güzel gelirken aynalar bütün çirkinliğimizi çıkarıyordu. O çirkinliklerimizi birbirimize kustuk.


Aralanmış camdan sert esen rüzgâr sayesinde içeri çarpan yağmur damlaları çıplak ayaklarıma çarpıyordu acıyla. Camın önü su birikintisi oluşturuyordu. Yağmurun yağış hızı gözyaşlarımı kontrol ediyordu. Yanaklarımdan süzülen okyanus akıntıları şimdi aşk tohumumuzu suluyordu. O tohum öylece kalıyordu, çiçek veremiyordu. Sevgi yoktu, şefkat yoktu kökünde.


Rüzgâr estiriyordu perdeyi usulca. Dalgalanıyordu bir beyaz bayrak misali, bu perde barışımız olsun istiyordum o an. Perde her dalgalandığında uzattığım elim perdeyi yakalayamıyordu. Sen gibi parmaklarım arasından kaçıyordu. Başaramıyordum. Her deneyişimde tenime değiyor ama tutamıyordum. Rüzgâr yeterli değildi onu yakalamama. Bu perdeyi yakalamak seni yakalamak gibiydi benim için.


Bir kez daha esti, sanki Tanrı oyunu bozuyordu. Bu sefer değdi parmaklarıma, tutabiliyordum artık ucundan. Sımsıkı kavrayabiliyordum artık. Kurumuş ve soyulan aynı zamanda da kanayan dudaklarım kıvrılmıştı burukça. Camdan yansıyan bedenimi görmek beni burkutmuştu bir an. O zorlu hâlim ölü gibiydi. Sahi zaten yaşamak yoktu senin için. Koynuna gömsünler beni. Üzerimdeki gömleğini atsınlar denize. Sonsuzluğa karışsın.


Kendimi görmek bedenimi saran iğrenç bir duyguya tabiydi. Yürüyordum kapıya doğru şimdi. Elimde sana veremediğim kurumuş zambak vardı. Kapımın önündeki terlikleri ayağıma geçirip ruhsuzca adımlıyordum. Yaşamayı arıyor gibiydim.


Saçlarım ıpıslak, gömlek ıpıslaktı, bedenime yapışıyordu artık. Çığlıklarım durmaksızın kuşların rahatını bozacak derecede yankılanıyordu. Dudaklarım arasından kaçan haykırış artık susmak istemiyordu. Durma Sezin.


Koşuyordum. Koşuyordum sensizliğe.

Koşuyordum senden kaçışlara. Bir kurtuluş yolu arıyordum kendime. Yollar bana yabancıydı, gözyaşlarımdan göremiyordum yolları. Zaten görsem bile senin çıkmadığın her yol yabancıydı bana. Sen yabancıyken bana her şey yabancıydı. Sana en ihtiyacım varken yabancıydın. Dilini bile bilmediğim bir insandan bile.


Ağladığım belli olmasın diye yağmur durmak istemiyordu bugün. Çamur olmuştu ayaklarım. Artık tek çamur olan ayaklarım değildi ama. Takılmıştım bir taşa aniden. Sana çıkan yolları neden anımsattı bana? Hep bir engel. Hep bir acı. Hep bir yara.


Dizlerim, ellerim berbat durumdaydı. Kanayan diz kapağım beni deliye çeviriyordu. Aşağıya düşmüştüm biraz. Göremiyordum. Çıkamıyordum. Tırmanamıyordum yukarıya. Tepeyi aşamıyordum. Tırnaklarımı kazıyordum, cebelleşiyordum. Ağlamaktan belki de kriz geçiriyordum.


"Şarap Kokulu..."


Haykırıyordum yine susmadan. İlk defa susmadan. Yoktu. Gelmiyordu. Başım iyice dönüyordu, toprağı yumrukluyordum. Korkuyordum.


"Sezen!"


Biri adımı sesleniyordu. Islak önüme düşen saçlarımdan seçemiyordum. Biraz daha yanaşıyordu bana. Bu oydu. İmkânı yoktu. İlk defa düştüğümde buradaydı.


"Sen değilsin."


Koluma temas edip yardımcı olmaya çalışıyordu. O da sırılsıklamdı. Çok yüksek olmamasın rağmen şurayı bile aşacak derman yoktu bende. Tutup çekti elimden. Gözlerim onu zar zor seçiyordu hâlâ. Dizine doğru yanaşmıştı bedenim çukurumsu yerden çektiğinde. Titriyordum. Damlalar her bedenime çarptığında buza dönüşüyordum o an.


"Dertsiz başıma dert."


Tepki bile veremiyordum. Kafamı zorlana dik tutuyordum. Ölüyordum ya da yaşama gidiyordum.


"Sezen, kalk!"


Kollarıma güç vererek beni yerden kaldıramaya çalışıyordu. Yardımcı olmak için karşılık veriyordum. Büyük güçle kalktığımda kolunu atmıştı bedenime. Bir elim onun belindeyken yüzüne denk gelmişti. Hâlâ yüzünün güzelliği aynıydı. Her an aynıydı. Hep aynı kalmalıydı.