Bir nedene ihtiyacım yoktu. Sadece ağlıyordum. Yastığımın ıslaklığını fark etmeden hıçkırıklarımın içimde yankılanışına izin veriyordum. Uçuşan perdemin ardından gökyüzünü seyrediyorum. Zifiri karanlık... Kulaklarım duymak istemiyor olacak ki baş parmağımı ısırarak bir çözüm buluyordu kendi çapında. Kızarmış parmağıma doğru akan gözyaşları dinmek istemiyordu o an. Ama gözyaşlarımın her birinin içimdekileri dışarı attığını varsayıyorum ki ağladıkça içimdeki yangına su serpiyormuşcasına rahatlıyordum. Sahi fark edemesem de akıttıkça eriyordum. Ruhumun kederinin eseriydi bu yaşlar. Aklımda dönüp dolaşan, pusulasını kaybetmiş düşünceler... O an tek gayem silinmek bu hayattan, tamamen yok olmak. Herkesten habersiz sessizce gitmek. Eğer gidersem ne zaman fark ederler ki gittiğimi? Bilmiyorum. Kaybolmak isteği beynimin en ücra yerinde yer bulmuştu. Neyim ben? insanlar için ne ifade ediyordum. O insanlar kim? Benim varlığımın bile farkında olmayan insanlar. Asıl en önemlisi kendim için ne ifade ediyordum. Bunu bile bilmiyordum. Sessizce ağlamak bir kaçıştı, kendimden kaçıyordum.