Hepimizin muhakkak yaşadığı, hayal ettiği şeylerle hayatın gerçeklerinin uyuşmadığını fark ettiği bir an olmuştur. Bu yetişkinlik döneminde bilinçli olarak yaşanabilecek bir farkındalık olmakla beraber erken çocukluk döneminde de bilinçsizce yaşanabilen bir durum olabilir. Her çocuk dünyaya sevgi, ilgi, güven beklentisiyle gelir ve hatta Budayıcıoğlu’na göre çocuklar doğdukları andan itibaren bir sahip ararlar. Çoğunlukla bu sahip anne ve onunla beraber babadır. Ancak kendisine sahip çıkacak bir ebeveyn arama eğilimiyle dünyaya gelen çocuk kimi zaman anne ve babasının onu sahiplenecek bir konumda olmadıklarını görür ve hayal kırıklığına uğrar. Her çocuğun yaşadığı hayal kırıklığıyla mücadele etme şekli elbette farklıdır ancak edindiği tecrübelerle ortaya çıkan kader motifi bireylerin yalnızca çocukluklarını değil bütün bir ömürlerine de etki edebilmektedir.
Yapılan araştırmalara göre çok erken yaşta anne kaybı yaşayan bazı çocuklarda büyümenin durduğu ya da yavaşladığı gözlemlenmiştir. Bununla beraber çocuklukta alınan yaraların etkisi sadece fiziksel rahatsızlıklarla da sınırlı değildir. Güven duygusunu öğrenmemiş bir çocuğun ileride de güven alamayan ve veremeyen bir yetişkin olması ya da şiddet görerek büyümüş bir çocuğun ileride de kendisine şiddet uygulayacak kişileri araması ya da bizzat şiddeti gösteren kişi olması kader motifimizin hem ruhumuzun hem de geleceğimizin üzerinde bıraktığı etkiler arasında sayılabilir.
Gülseren Budayıcıoğlu’na göre çocuklukta alınan yaralarla oluşan kalıplaşmış motifler vardır ve bunlardan bazıları şöyledir:
1- Sevgisizlik Motifi : Çocukluğunda aradığı sahip, yani anne ve babası ya da çevresi tarafından yeterince sevilmeyen bireylerin kader motifleri sevgisizlik üzerine çizilmiştir ve bu kişiler ileride de sevildiklerine inanamazlar. İlk yedi yaşına kadar etrafta gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyi kaydeden bir bebek geleceğini de ilk kayıtları üzerinden oluşturur. Kayıt cihazında bulunan “sevgisizlik” kavramı üzerinden hayatı tanıyan bir birey hayatın aslının bu olduğunu, kendisinin sevilmeye layık olmadığını, insanların onu sevmesinin mümkün olmadığını düşünür. Alışık olduğu iklim sevgisizlik olduğu için onu sevenlerden kaçar ve motifini tekrarlayabilmek, daha önce hiç tecrübe etmediği bir iklime girmemek için onu sevmeyecek olanları bulur ve onlarla bir hayat yaşamaya çabalar. Böylece bedeni, zihni ve ruhu bildiği, tanıdığı, hep içinde soluk alıp verdiği sevgisizlik ikliminde mutlu olduğunu zanneder.
2- Yalnızlık Motifi : Çocukken ailesi, arkadaşları ya da bulunduğu sosyal çevre tarafından dışlanan bireylerde her zaman yalnız kalması gerektiğine dair bir düşünce oluşur. Erken çocukluk döneminde oluşturduğu motifinde kabul görmek, bir gruba dahil edilmek gibi kavramları yoktur ve bu bireyler de tıpkı sevgisizlik motifinde olduğu gibi kimsenin onu sevmeyeceğini, onun diğer insanlardan farklı ve aşağı bir konumda olduğunu, diğerlerinin ise kendisinden çok üstün olduğunu düşünür. Kendisini sıkıcı, bunaltıcı ve insanların arasına karışmak için yetersiz bulur ve alışkın olduğu iklimin dışına çıkmamak, bildiği, kendini güvende hissettiği alanda kalabilmek için kendisine sürekli yalnız kalabileceği bir dünya kurmaya çalışır.
Bu motif aynı zamanda çok üstün özelliklerle ya da gerek ekonomik durum gerek de ailenin sahip olduğun üstün sosyal statü ile kendi sosyal çevresinden izole bir şekilde büyümüş bireylerde de görülür. Bu kişiler de tıpkı yalnızlık motifine sahip olan diğer çocuklar gibi kendilerini farklı, toplumun içine girmeye layık olmayan ve hep yalnız kalması gereken kişiler olarak görürler ve kendilerine yalnız kalacakları bir dünya kurmaya çalışırlar.
3- Bağımlılık Motifi : Erken çocukluk döneminde ailesi tarafından gereğinden fazla korunmuş, herkesin üzerine titrediği, karalarının hep başkaları tarafından -çoğunlukla aileleri tarafından- alındığı ve hiçbir zararı tecrübe etmemesi için her zaman bir koruma çemberi içerisinde yetiştirilmiş bireylerde görülür. Bu kişiler genellikle büyüdüklerinde de tıpkı ailelerinden öğrendikleri gibi davranırlar ve yakınlarına fazla bağlılık gösterirler. İlişkilerinde bağımlı olabilecekleri kişileri isterler ve her zaman korku ve kaygı doludurlar. Hayatta kendilerinin ya da sevdiklerinin başlarına gelebilecek en ufak bir zarar onlar için oldukça korkunç bir senaryo ve yıkıcı bir durumdur.
Bununla beraber bu motif, tam tersi bir şekilde çocukluğunda çok yalnız büyümüş ve bağlanma ihtiyacını hiçbir zaman karşılayamamış bireylerde de görülür. Bu kişiler de hala açlığını çektikleri o bağlanma duygusunu tatmin edebilmek için devamlı olarak bağımlı olabilecekleri birilerini ararlar ve onları kaybetmemek için hayatlarındaki pek çok şeyden vazgeçebilirler. Bu kişiler hayatlarını tamamen ya da büyük ölçüde bağımlılık gösterdikleri kişilere göre düzenlerler.
4- Güvensizlik, Kaygı, Güçsüzlük Motifi : Erken çocukluk döneminde anne-babasından güven duygusunu alamamış bireylerde görülür. Bu kişiler hayatta bir şeyleri başarabilecek yetkinliğe sahip olduklarına inanamazlar, hem dış dünyaya hem de kendilerine güvenleri yoktur ve kendilerini zayıf ve korunmasız bulurlar. Devamlı olarak kaygı, korku ve güvensizlik halinde olan bu bireyler ilişkilerinde sırtlarını yaslayabilecekleri kişileri ararlar ve onlar hayatlarından çıkmasın diye her zaman kendilerinden çok fazla şey vermeye hazırdırlar.
5- Değersizlik, Kusurluluk Motifi : Erken çocukluk döneminde değersizliği tecrübe etmiş, ailesi ya da çevresi tarafından aşağılanmış, küçümsenmiş, yaptığı işler hep kusurlu bulunmuş ve devamlı olarak başkalarıyla kıyaslanmış bireylerde görülür. Bu kişiler büyüdüklerinde de kendilerine değer vermezler ve hep eksik hissederler. Kusurlu oldukları için toplumun diğer fertlerinden farklı ve aşağıda olduklarını düşünürler. Yetişkin olduklarında ya da çocukluklarından itibaren insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan çekinirler çünkü ne kadar kusurlu, eksik ve yetersiz olduklarının görülmesinden korkarlar. Bu yüzden ilişkilerinde her zaman mesafelidirler ve genellikle yalnız yaşamak isterler.
6- Başarısızlık Motifi : Erken çocukluk döneminde başarıları görülmemiş, kendilerinden hep daha iyisi beklenmiş bireylerde görülür. Bu kişiler başarılı olabileceklerine asla inanmazlar ve hayatlarındaki hiçbir şeyi bir başarı olarak görmezler ve kendilerine herhangi bir başarıyı yakıştırmazlar. Aynı zamanda bu bireyler sadece çok fazla başarılı olduklarında sevilebileceklerine ve gerek aileleri gerek de toplum tarafından kabul görebileceklerine inanırlar. Zihinlerinde hep bir başarıyla özdeşleşen sevilme ve kabul görme hayali vardır ancak ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar yaptıkları hiçbir şeyi de başarı olarak göremezler çünkü öğrendikleri şey tebrik edilme, bir başarı elde etme ve fark edilme değil; hep daha iyisini yapması gerektiğine dair gösterilen tavırlardır.
7- Fedakarlık Motifi : Ailesinin ve çevresinin daima kendisinden bir şeyler istediği bireylerde görülür. Çocukluğundan itibaren sürekli kendisinden bir şeyler istenmesi ve beklenmesiyle sadece vermeyi öğrenmiş bu bireyler önceliği her zaman başkalarına verirler, sürekli kendilerini adayacak birilerini ararlar ve ancak fedakarlık yaptıkları zaman kendilerini iyi hissederler. Var olmaları ya da kendilerini var hissedebilmeleri için devamlı olarak birilerine bir şeyler vermeleri gerektiğine inanırlar çünkü çocukluklarından itibaren ancak istekleri karşıladıklarında aileleri ve çevreleri tarafından görülmüşlerdir. İlk motifini fedakarlık üzerine oluşturan bu bireyler öğrendikleri bilgilerden sapmazlar ve hayatları boyunca veren kişi olarak kalmaya çalışarak bu motifi devam ettirirler.
8- İsyan Motifi : Çocukken adalet duyguları incitilmiş, hakları yenmiş bireylerde görülür. Öğrendikleri ilk şey isyan etmektir ve hayatlarını insanların yanlış yaptıklarını kanıtlamaya adarlar. Doğru ya da yanlış her zaman her durumda isyan ederler çünkü bunu öğrenmişlerdir. Bir bakıma bu bireylerin zihinlerindeki motife göre hayatta var olabilmeleri için devamlı olarak isyan etmeleri gerekir.
9- Kuşkuculuk Motifi : Erken çocukluk döneminde güvensizlik ya da zarar görme gibi duygularla tanışmış olan bireylerde görülür ve bu kişiler devamlı olarak birilerinin onlara kötülük yapacağını düşünürler. Güven duyguları zedelenmiştir ve bir kişinin onlara zarar vermekten başka bir niyetle yaklaşabileceğine inanmazlar, her şeyin altında bir şey ararlar, hayatla ve çevreyle ilişkileri düz değildir.
Bu kişiler genellikle ya çok iyi olduklarını ya da çok suçlu olduklarını düşünürler. Onlara göre insanların kendilerine zarar vermesi de iyiliklerinden ya da suçlu oldukları için bir cezayı hak etmelerinden ileri gelir.
Budayıcıoğlu’na göre bireylerin sahip olabileceği motifler bunlarla sınırlı olmamakla beraber en yaygın görülen motifler bunlardır ve bir kişide aynı anda birden fazla motif görülmesi de mümkündür.
Her birey yaşadığı evde ve sahip olduğu çevrede neyi öğrendiyse hayatının geri kalanında da onu devam ettirmeye çalışır. Bu bazen iyi olmaklar beraber bazen sadece kendi sırtımıza yüklediğimiz bir yükten ya da ayaklarımıza geçirdiğimiz bir prangadan ileri gitmez. Sevgisizliği öğrenmiş bir kişinin hayatının geri kalanında da yanlış konumlandırdığı duygularla kendisini yine aynı dünyaya hapsetmeye çalışması nereden bakılırsa bakılsın mantıklı ve sağlıklı bir davranış değildir.
Hayat her birimiz için farklıdır çünkü her birimiz hayata kendi penceremizden bakar, kendi edindiğimiz tecrübeler ve duygularla o pencereyi konumlandırırız. Daha iyi bir manzara görmek içinse pencerenin açısını biraz değiştirmek yahut da değiştirme isteğiyle kendimize bazı soruları sormamız yeterlidir, çünkü her değişim bir sorguyla başlar.
Kötü bir çocukluk geçirmenin manası, bundan sonra da hep kötü bir hayatımız olacak demek değildir. Gülseren Budayıcıoğlu’nun saydığı motifler ve onların etkilerinden herhangi birini hayatımızın bir evresinde tecrübe ettiysek eğer, belki de artık enerjimizi bu motifleri devam ettirmek için harcamak yerine onları bir kenara bırakarak yeni bir motif oluşturmak için kullanmamız gerekiyordur. Zihnimizde, kendimizi hapsettiğimiz yerde gerçekleşmesini beklediğimiz kehanet, çocukken yaşadığımız iklimi tekrar bulma çabası, geçmişi geri çağrıma her zaman için doğru değildir. Öte yandan bazen kendimize şu soruyu da sormamız gerekir:
Kendini gerçekleştiren gerçekten kehanet mi, yoksa biz o kehanetin gerçekleşmesi için elimizden gelen her şeyi yapıyor muyuz?
Kaynakça :
Gülseren Budayıcıoğlu, “Kader Motifi”, Erişim : 12 Kasım 2017,
https://www.youtube.com/playlist?list=PLQFCVko494OtyjfeNns84sgIeEMDVwrAO