-Abi emin miyiz ya?

-Sersem sersem konuşma Celal! Şu etrafına iyice bak!

Şu neşeli sofralara, içi keyif dolu kadehlere, dolup taşan tabaklara bak! Çöpe gönderilen, ama sana reva görülmeyen yemeklere bak! Bunlar bu dünyanın nimeti değil mi? Biz de aynı göğün altında doğmadık mı?

-Biz başka dünyadanız abi

-Yoo Celal yoo... Bu ipek gömlekler, bu baş döndüren parfümler ve bu güzel saçlı kadınlar! Hepsinde hakkımız var bilesin! Ve hakkımızı alacağız! Şimdi dört aç gözünü de seçelim bir masayı!

Celâl bir sabah kalktı ve ona biçilen elbiseyi yırtmaya karar verdi. Tek mal varlığının uyku olduğu o dönemde yaşamının anlamsızlığından medet umarak koştu. Öyle, apansız. Dünyaüstü bir şevkle. Damarlardan fışkırırcasına.

Öteki. Toplum zararlısı. Vicdan azabı. Hepsine talipti. İstiyordu. Madem hayat ona sarılmıyordu, o da onu sırtından vuracaktı. İçinde bulunduğu sarmaldan çıkmak için Fatih abiyi buldu. Aklındakileri başkasına anlatsa tımarhaneye kapatmaya çalışabilirlerdi. Ancak o anlaşılmış olmanın rahatlığı ile Fatih abiyi dinledi.

-Tozsuz yollarda tozlu ayakkabılarla gezmeyi bilirim. Sana çevrilen gözleri, iğrenen bakışları ve hatta mide bulantılarını tanırım. Lakin, aynı bakışların nasıl kimliksiz ve kişiliksiz olduğunu, iyiden bir kılık içerisindeyken de fena tanırım.


-O tozsuz yollarda toz fırtınası olup her yeri dağıtmak nasıl iyi gelir ah! Beni anlıyorsun dimi abi?

-Bende benzer yerlerden filizlendim Celal, ezile ezile oyunu bozmaya çabaladım. Düştükçe kalkmayı öğrendim. Şimdi istersem tozsuz yollardayım, istersem çamurlara batıp çıkıyorum. Madem bizim yolumuza saptın, söyleyelim; biz zıtlıklardan, insanlıktan ve insanlığa yakışmayan hallerden besleniriz. Azgın bir nane gibi tutunacaksan eğer bütün suyu kendin emeceksin. Ama çiçek verdin mi de polenini börtü böcekle paylaşacaksın. Vermeden almak olmaz! Yoksa ne farkın kalır kan emicilerden?

Bu kışkırtıcı konuşmaların ardından, Fatih abi yaptığı işlerden bahsetti. Türlü hırsızlıklarından. Katıksız bir şekilde bizden çalınani geri aldığını düşünüyordu. Sonra dalgasını geçe geçe o paraları nerelere harcadığını anlattı. Çaldıklarından artanları da doğduğu mahallenin çocuklarına dağıtıyordu. Ne kadar uzağa giderse gitsin, insan çocukluğuna uğramadan edemiyordu.

-Empatiyi unut Celal! Hatta insanlığını unut ki aralarına karışasın, her türlü rezilliğe ortak olasın.

-Bozdum niyeti abi, geri dönüş yok!

-Celal, şimdi yeniden başlıyoruz. Karşındakiler kan emici vampirler... Varını yoğunu emiyorlar, kusuncaya kadar yapıyorlar bunu.

Kural 1: asla empati yapmayacaksın

Kural 2: kibirden heykel olacaksın

Kural 3: rahatça yalan söyleyeceksin

Kural 4: korkmayacaksın

Celal'in bunları sindirmesi kolay değildi. Çabalayacaktı. Ve şanslıydı, Fatih abi iyi bir koçtu. Sürekli onun yarasını kaşıdı. Kaşıdı ki unutmasın. Birkaç gün sonra ilk plan gözüktü.

-Gittiğim bir restoran var. Her seferinde bahşişe boğuyorum, ilişkimi iyi tutuyorum. Asla şüphe çekmeyiz. İşte orada bir kodamanın cüzdanına el koyacağız. Ama kısa süreliğine. Yani nakit parasına dokunmayacağız. Kart bilgilerinin varsa kimliğinin ya da ehliyetinin fotoğrafını çekeceğiz. Sonrası diğer ekipte. Bizim işimiz bu kadar.

-Nasıl becereceğiz o işi?

-Genelde bu cüzdanlar hesap zamanı çıkar ortaya. Anı kollayacağız. Dağıldığı bir anı. Ama önce masaları izleyip kurbanı seçmek gerek. Yavşak yavşak gülen, ona buna laf atanlar ilk hedef. Genelde dikkatleri dağınık olur.

-Şimdiden ter boşaldı, off!

Konunun inceliklerini iyice öğrendikten sonra akşam koyuluğunda ormanda gezinen bukalemunlar gibi restorana geldiler. İhtişam nedir diye sorsalar, Celal en fazla bunu anlatabilirdi. Zemin kaplamalarının ve duvarların iddialı malzemelerinin lüks havasını kokluyordu. İlk kez gördüğü avizelerin şaşası altında yürüdü. Kimsenin terlemediğine yemin edebilirdi. Parfüm kokularıyla yıkandı. Kıymetli yerleri için yapılmış, yumuşak deriden taba rengi koltuğa oturdu. Terlemiş ellerini mi saklasa yoksa şaşkın gözlerini mi kaçırsa bilemedi.

Gerginliği atmak için Celâl'in haliyle alay etmeye başladılar. Normalde olsa kırık beyaz keten pantolon ve üstüne giydiği bağrı açık gömlek onu kimlik bunalımına sokmaya yeterdi de küstah kolyesinin eğreti duruşu onu güldürmüştü. Etrafı tararken hem olasılıkları konuşuyorlar hem de paraları nasıl harcayacaklarına dair hayal kuruyorlardı. Ancak o an hiç beklenmeyen bir şey oldu.

Tanıdık bir kahkaha ve vücut dili girdi Celal'in sahnesine. Arkası dönük bir kadın uzun kahverengi saçlarını savurdu. Başını hafifçe eğip yan tarafa bir şeyler fısıldadı. Celâl masaya kilitlendi. Fatih abiyi artık duymuyordu. Üstünü örtmeye çalıştığı, kilitli dolaplara sakladığı duygular birden saçılıverdiler orta yere. İki yıl sonra kanlı canlı oracıkta duruyordu. Özlem. Kırgınlık. Yarım kalanlar. Unuttuğunu sandığı her his dipdiriydi. Elleri ve ayakları lenflerinden çözülecekti. Yıllardır tanığı bedeni dar geldi, içine sığamadı. Gözlerinden ince yaşlar akarken, abi dedi,

-Ben yapamayacağım. Ben kaderimin kölesi olmuşum. Bir an gaflete kapıldım. Zincirlerimi kırarım sandım. Lakin anladım ki kaderime ihanet edemem...

Avuçlarında kırgınlıklar, insan yanına sarılmaya koştu Celal. Kaderden kaçılmazdı, anlamıştı.