“Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? “ cümlesinin her bir kelimesine kendini adamış, mutluluğun kıymetini bilenlerdendi. Gözlerindeki ışıltı her şeye rağmen kaybolmamıştı. Sanki ardında birileri varmış gibi hızlanan adımları ve çevresindekilerin şüpheci bakışlarıyla beraber otogara giriş yaptı. Biletini kontrol ettikten sonra peronlara doğru yöneldi. Ağır gelen sadece valizi değil, üzerine yüklediği anlamlardı. Her adımda daha da ağırlaşan adımlarla, gözlerine oturmuş kararlılıkla etrafı izliyordu. Artık sakinleşmesi gerektiğinin farkındaydı. Kırmızı kadife kabanının düğmeleriyle oynuyor, eli sürekli siyah kasketine gidiyordu. Sanki az önce bir panterin yırtıcılığına sahip kadın gitmiş, yerini masum bir kız çocuğu almıştı. Zaman zaman buğulanan gözleriyle gökyüzünü izliyor, acı ve yoğun duygularla birbirlerine sarılan insanları gördükçe iç geçiriyordu. Kontes edasıyla dikkatleri çekmesine rağmen sıradanlığını korumaya çalışıyordu. Elindeki valizi soğuk ama bir o kadar da güçlü bakışlarla muavine uzatmıştı. Bileğindeki izi kalmış derin yara muavinin dikkatini çekmiş, soru soran gözlerle kadının gözlerinin derinliklerinde cevabını aramaya başlamıştı. Gözlerindeki ışıltıyla çelişen karanlığı merak etmişti. Kirpik diplerinde biriken ıslaklık ve gittikçe sulanan gözleri çoktan bir cevaptı. Ruhu büyük bir savaşın ortasında kalmış da savaşın enkazı bedenine sirayet etmişti adeta. Bir anda uzaklardan bir seslenme duymuş, bedeni kaskatı kesilmişti. Onu bu kadar korkutan her neyse parmaklarını dahi oynatamamasına sebep olmuştu. Adı hayatına yansımış, benliği dahil hep bir şeylerin eksikliğini yaşıyordu. İsmindeki yalnızlıkla irkildi. Gözlerinin siyahı beyazında kaybolmuştu. Adı, kulaklarında gittikçe yükselen bir sesle yankılanıyordu.