Güneş, ağaç tepelerinden kırılıp parça parça toprağı boyuyordu. İki gölge arası serinliyor, yer yer duraksıyorduk. Yürümeye devam ederken gömleğimin bir düğmesini daha açtım; o da saçlarını yukarıdan topladı. Sıcağa rağmen yüzünde kalıcı bir gülümseme var gibiydi; dudak kıvrımlarını okumaya çalışıyordum. Bazen havayı kokluyor, bazen ellerini iki yana açıp başaklara dokunuyordu. Bazen patikanın tozunu ayağa kaldıran rüzgarın hışırtısı, bazense botlarımızın altında ezilen çakıl taşlarının ve kuru otların çıtırtısı duyuluyordu. Uzaklardan gelen belli belirsiz bir kaniş havlaması, medeniyete yaklaştığımızın habercisiydi.


Botun içindeki taşı çıkarmak için izin isteyip bir kayanın üzerine oturdum. Burnuma, saatler sonra hala buram buram kokan, üzerime sinmiş dağ kekiği kokusu geliyordu. Beni beklerken çevresine bakınıp yakınındaki bir yaban gülüne doğru eğildi, suratını yaklaştırdı. Bir ev kedisi gibi merakla her bir taç yaprağını kokluyordu. Parmaklarıyla okşayıp dokusunu hissediyor, renklerini inceliyordu. İnanamıyordum! Daha doğrusu, asıl hissettiğim, şaşkınlıktan ziyade meraktı. 


Nasıl oluyor da daha bir saat önce can çekişen yaralı bir kekliğin boynunu şu şişesi açarcasına doğal bir hareketle tık diye kırmış olan bu kadın, şimdi gelmiş yaban gülüne şefkatle yaklaşıyor, kokusundan duyduğu hazzı bana betimliyor ve gözleri bir bebek kadar safça gülümsüyordu? "Benim için cinayetten farkı yok." dediğim için benimle dalga geçtiği bu sporu artık neredeyse yirmi yıldır yaptığı için sanırım bazı hareketleri tamamen refleksif olmuş, onun için keklik vurmakla potadan dönen topu ribaunt almak arasında belli ki bir fark kalmamıştı.


Yine de, onun bu tezat kişiliğini açıklamaya keklikler yahut yaban gülleri yetmiyordu. Sıfır ya da bir, yin ya da yang, iyi ya da kötü olmayan, olamayan; o ikisi arasında sonsuz olasılıklar içinde hür kalan organik bir canlı, idealar dünyasıyla işi olmayan, bu tozlu kadim topraklara ait bir homo sapiens kadını idi o. Yaşadığı anın hakkını veriyor, hayatı yudum yudum içiyor, ırmağı arayan bir ceylan gibi ilerliyordu kendi yolunda.


Ufka doğru süzülen leylek gruplarını gösterip, "Havada gördük! Bakalım bu yaz nereye gideceğiz!" diye sarsmaya başladı beni omzumdan tutup. Botumu giyip ayağa kalktım. Yürümeye devam ederken kocaman kahverengi gözlerine bakıp gülümsedim. "Bakalım, göreceğiz."