Sabahın ilk saatleriydi. O an sorumluluklarından kaçabilse, ya da başkasına devredebilse, en kötü erteleyebilse, hepsine tamamdı. Kendisine uyuma numarası yapmak istedi. Bir gözünü tamamen kapasa, diğer gözünü hafif aralasa, kaşları onu ele verir mi diye düşündü. İçindeki kadınlar konuşmaya başlamıştı, bir süre akışına bıraktı.

-Beyin zoraki gülümsemeye bile kanıyorsa neden kendi beynimi ikna edemeyim ki?

-En azından kendine dürüst olsan?

-Niye olacakmışım? Etrafımda bu kadar sahtelik var iken ben niye dürüst olayım? Bilakis önce kendimi inandırmalıyım yalanlara. Mesela sevenim, arayanım çok da ben seçiciyim.

-Yalnızlık çok ağır geliyor dimi?

-Lütfen susabilir misin?

İki dakika içerisinde kendine yaşattıklarından sonra derin bir of çekti. Kendinle baş başa olma halinden uzaklaşmanın iyi olacağını düşündü. Benliğinin diğer parçaları devreye girince hem konu oraya buraya çekiliyordu hem de şizofreninin sınırlarında gezdiğini hissediyordu.

O sırada üst komşudan gelen yüksek doz arabesk onu beynindeki başka odalara götürdü.

-Sabah sabah ne derdin varmış be kadın!

İyi bir semtte oturuyordu. Mahalle, gelir seviyesi yüksek beyaz yakalılarla doluydu. Ortalamanın üstünde eğitim görmüş insanlardı. Üst komşusu da öyleydi. Evden sabah çıkıyorlardı, karanlık olana kadar yoklardı. Bakıcı ile baş başa kalan bebek, keder ve isyan dolu şarkılarla başlıyordu güne. Tam bir oksimoron meselesi diye geçirdi aklından. Pastadan büyük dilimi alan üst komşu, küçük dilimlere mahkûm edilen bakıcının mutsuzluğuna, bebeklerini teslim ediyordu. Bir anlamda diyet ödemekti bu. Konuşmalar yine akmaya başladı.

-Muhtemelen zamanla bebeğin içsesine dönüşecek bu depresif hali çözmek için, belki de yıllarca terapistlerden çıkamayacaklar.

-Bayılıyorsun ya böyle analizlere!

-Sen de eleştirmelere doyamıyorsun.

Bir acı kahve koydu kendine. Bugün nerelerde gezineceğini görmek için üzerine çiçekler karaladığı ajandasına uzandı. Programını haftalık yapıyordu. Uzun saatler ayakta kalmayı saymazsa, keyifli bir işi olduğunu düşünüyordu. Rutin değildi bir kere, rutin onun ölümü demekti. Sonra sürprizlere açıktı. Her gün farklı insanlar, farklı tepkiler demekti. Belirli caddelerde ve marketlerde satın alma davranışlarını inceliyor, bazen kısa konuşmalar yapıyor, sonra rapor yazıyordu. Gerçi konuşmaların uzadığı da oluyordu ya, işini açık etmiyordu. Tutamadı yine kendini, içten içten konuşmaya başladı.

-Bırak bu gözlem işlerini, sen baya ürünlerin nasıl daha çok satılacağına hizmet ediyorsun.

-Ama ben o kısma takılmıyorum, insanları izlemeyi seviyorum ve sayesinde hayatın içindeyim.

-Bırak bu laf salatasını, sosyoloji gibi bir değeri kapitalizme hizmet ettiriyorum desene.

Ağzına birkaç bisküvi attı tatlansın diye. Dolabına bakındı, şöyle neşeli bir şeyler giymeli diye geçirdi içinden. Mor ya da yeşil gibi onun varlığını öne çıkaracak, havasını değiştirecek bir şeyler aradı ve buldu. Sonra yüzüne bir şeyler sürdü, parfümünü sıktı. Listesi elinde, renk cümbüşüyle aynanın karşısına geçti.

-Herkesin dikkatini çekmekse maksadın, bravo başarmışsın😊

-Sen; ’’Aman ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey’’’in vücut bulmuş halisin, hiçbir aykırılığa tahammülü olmayan insansın, sen ne bilirsin?

En sert kroşeler kendineydi. Son darbeyi alınca konuşmalarını kesti ve giysilerini değiştirmeden çıktı dışarı. İnsanlarla göz göze gelmemek ve kararını değiştirmemek için, başı aşağıda döndü sokak köşelerinden. Kafasını ilk kaldırdığında evden neredeyse on dakika uzaktaydı. Bu kadarı kâfiydi, şöyle bir bakındı. İlk markete gelmek üzereydi.

-Bana mı baktı o?

-Bu kadar cümbüşe herkes bakar.

-Bence arada frapanlık iyidir.

Sus dedi artık kendine sus. Sonunda marketteydi. Yüksek gelir grubunun marketi olduğu parfüm kokularından belliydi. Bu hafta deterjan işindeydi. Gözüne bir kadın kestirdi, ilk kurbanı olabilirdi. Rahat bir tarzda giyinmişti. Bol kesim jean pantolon, üstünde krem rengi trençkot, saçlar sarıydı ve hafif makyajlıydı. Yaklaşıp söze girmek istedi.

-Ya şu çamaşır işleri de ne karışık? Renklilerdeki lekeleri nasıl çıkarıyorsunuz? Bu kadar ürün kafamı karıştırıyor.

- Haklısınız, leke çıkartıcı kullansak renkleri soluyor, diğer türlü de leke çıkmıyor.

-Peki ne kullanıyorsunuz?

-Pürpak’ın renkliler için olanını alıyorum artık. Memnunum. Benim evde iki çocuk, bir de yetişkin üç erkek var, şükür leke eksik olmuyor. Neyse ki kurtuluyorum lekelerden.

Bir an cümleyi yanlış anladı. Konu elindeki zehirle erkeklerden kurtulduğuna kadar gitti kafasında. Sonra toparladı. Kurtulduğu lekelerdi.

-Çok teşekkür ederim, hemen ben de deneyeceğim.

Gülümseyerek uzaklaştı kadının yanından.

-Kadın sanki atomu parçalıyor yahu, bu ne özgüven?

-Ne kızıyorsun kadına? Belli ki çocuk bakım işi üstüne kalmış. Yemeğiydi, okuluydu çıkamamış evden. Ev işlerinde uzmanlaşmış, elbet bilecek.

Es verince telefonuna notlar almaya başladı. Fiziksel özellikleri, giyim tarzı, konuşma tarzı. Buradan da tahmini öğrenim durumu ve gelir seviyesini çıkarıyordu. İlk kurbanının profilinin ipuçlarını not etti. Şarap reyonundaki alımlı beyefendiye takıldı gözü, konuşmaya değer dedi.

-İşle aşkı karıştırmak yasak biliyorsun dimi?

-Aman o yasağı kendim koydum, kendim delerim.

Yakınlarında dolanıp şaraplara bakınmaya başladı. İyi de giyinmiş, bu saatte markette işi ne acaba diye analiz işine girdi. Ya kendi işi, ya mirasyedi olmalıydı. Yoksa hafta içi maaşlı işin başından ayrılmak ne mümkündü? Modern köle hepsi bu beyaz yakalıların ya diye geçirince, acıma duygusu davetsizce çıka geldi. Düşüncelerden başını kaldırmazsa adayı kaçırabilirdi, çekti çıkardı kendini.

Hedefe yoğunlaştı. Gündüz içkisi değilse bu şarap akşama alınıyor olabilirdi. Belki de bir misafiri vardı akşama. İyice meraklandı.

-Aman yine pot kırma.

-Sus hevesimi kaçırma.

Araştırmacı olmasını burada kullanabilirdi belki. Küçük bir yalanla. Bu hafta da şarap araştırması yapıyor olsun ne olacak sanki. Kibarlığının reddedilemeyeceğini bilerek sordu.

-Pardon beyefendi, ben şarap tüketicilerinin satın alma alışkanlıklarını inceliyorum. Birkaç soru sorabilir miyim?

Bu gözleri bir yerden tanıyordu. Sanki çok eskilerden, ama nereden? Düşün hadi düşün…

-Tabi buyurun

-Kırmızı şarap mı beyaz şarap mı?

Okul, mahalle hepsini taramaya başladı.

-Duruma göre değişir.

-Mesela?

-Misafirim varsa beyazı tercih ediyorum.

-Yanında bir şey tüketiyor musunuz?

-Bazen deniz ürünleri, bazen de keçi peyniri ya da kaşar peyniri

Tabi yaa dedi, bu komşunun yeğeni Ali, Ali olmalı. Tatillerde gelmesini beklediği, okuldakilere anlata anlata bitiremediği, romantik Ali. Şiir defteri vardı o yaşta, çocuklar etrafına toplaşınca yazdıklarını hepsine okurdu. Hayranlıkla izlerlerdi.

-Hala şiir yazıyor musun? Diye çıkıverdi ağzından.

-Yazıyorum da sen kimsin?

Üzülse mi sevinse mi bilemedi. Edebiyata olan ilgili kesinlikle Ali ile başlamıştı. Ona anlatabilmek için kütüphanelerin yolunu az tutmamış mıydı? Sonra ilgisini gösterebilmek için şiir ezberlemeye çalıştığı geceler geldi aklına. Unuttuğu sandığı her şey saçılıverdi ortalığa. Ne kadar tazeydi duyguları, yüreğinin çarpışı, hayal kırıklıkları ve hepsini bir sandığa tıkıştırışı…

- Zeynep teyzen yaşıyor mu?

-Aaa sen komşunun kızısın! Çok affedersin, ismini hatırlayamadım.

İsmini hatırlamıyordu tabii ki. Silik, özgüveni eksik bir tip olduğu içindi muhtemelen. İsminin önemi yoktu. Yoksa var mıydı? Eşşek gibi vardı be!

-Evet Ali’sin sen dimi şair Ali, romantik Ali…

Ali’nin utandığını gördü. Şairliğinden mi, ismini hatırlamamasından mı bu utanç bilemedi.

-Kahve içecek vaktin var mı?

Ali’den davet gelince istemsizce bir gülümseme yerleşti yüzüne. Yerleşti yerleşmesine de çocukluğunun kapılarını aralamak iyi bir fikir mi diye geçirdi içinden. Kapı kapıyı açardı. Belki de kaçındıkları ile yüzleşmek için bir şanstı.

-Olur dedi.