beni bu nankör masanın başına

yapayalnız oturttular

haddimeymiş gibi yazıyorum dokuz yıldır

ömrümün yarısından fazlası

damgalarımı kusmak isterken

ruhum ağırlaşıyor günden güne

artık gaipten sesler duyuyorum

yazmayı aceleyle bırakmak üzerine


parmağımdaki gri lekeler alışılmış

saçlarım fikirlerim kadar dağınık

kâğıtlar, sloganlarım gibi orda burda

rezalet şiirlerimi de böyle gecelerde yazdım

insanca yaşama özgürlüğünü bile

cebimde param varken huzur içinde

çocuk işçiler çalıştıran kahvemi içerken

yalan yok, daha iyi savundum


bunca karmaşanın

hezimetin

acınasılığın içinde

bomboş bir şair özgüveniyle

sırtımı yaslayacak doğrular aradım

bütün değerlerim beni yarı yolda bıraktı


yani?

yanisi şu, darmadağınım

bedenim yanlış birleşmelerde bulundu

hatalarım affedilir gibi değil

bu mahvolmuşluğu üzerimden nasıl atarım

bilmiyorum


tutunduğum her şey kıymetsizleşiyor gittikçe

ya da gözüme çarpıyor zaten hep öyle oldukları

duvarımdan bir poster eksiliyor

her gün


şimdi dinsiz ve ideolojisiz ve idealsiz

en küfürlü çürütmeleri kendinden yediğinden

inanmaktan delicesine çekinen

kambur bir on altıyım


hangi sancakta mürekkebim var

hangi yolda yürüyorum, neden

kimlere döndüm sırtımı

haklı mıydım

kaçak mı

yorgunum, orası kesin

fakat savaşımın olmazlığına mı yandım

yoksa zaten olmaması gerektiğine mi


sarhoşluğun da kuşkuların da boşa

neyi savundun adaletten başka


fakat, yani 

yalnızca belki

adaletsizliği tembeller uydurmuş olabilir mi


zengin olmaya verecekleri çabayı

okumaya ve yazmaya ayırdıkları için

tembel demek adaletli mi

kaç ahmak gördün hakkımızı verin diyen

aptallar şanslıların yatağına girdi


ah, kafamın delikanlı içi

izin versen de bir şeylere körü körüne bağlansam

ya da annemi üzmeden ölmenin bir yolu olsa


düşmanımı anlamakla lanetlendim

koparmak istedim parmaklarımı

artık bir hedefe yöneltemediğim

ağız dolusu sövemeyecek bir şairin yeri

tozlu sayfalardan başka neresidir


ah benim kalın kafam

sanki alabilecektin sağlam bir antolojide yerini

üç beş gotik kelime dizdin anca

yazılmışların gölgesinden yürüdün

beş yüz şiirin varsa

dört yüzü Nazım’ındır

yüzü de Zweig’in nazım yüzü


çok böbürlendin sözde şairliğinle

pek iyi bir tanesi olduğundan değil

başka hiçbir şey olamadığından


çok sövdün efendilere

en iyisini sen bilmezdin elbet

sen, sen yahu, akılsız yeni yetme

fakat ancak böyle uyurdun geceleri


yani diyorsun ki hiç şansım yok

ucuz adım tarihin bir yerine karalanmaz

cebimde üç beş övgüyle

beş parasız

umarsızca göçüp gideceğim bu dünyadan


varsın öyle olsun, demek isterdim

ama oynayamam bu rolü daha fazla

boşluğa serenatlarımı sürdüremem

kalabalıkların alkışını isterim ben de

şarlatanlar ve soytarılar gibi 


neyse ki itiraflarım beyan niteliğinde değil

neyse ki aynı böyle sırtım bükük

aynı böyle kötü bir şiirin ortasında

aynı bu masada öleceğim

önümde sağlam bir mektupla, umarım

evde yalnızım

bileklerim kan içinde değil

kafama bir kurşun sıkarak

tertemiz bir yolculuk, gidilmesi gereken yere

kendimi çatılardan falan atmam

kafamı fırına sokmam, hâşâ

ceplerime taşlar doldurup okyanusa atlamam

yeni yetme bir şaire yakışır biçimde

öyle ortalığı ayağa kaldırmadan

haddimce öleceğim


fakat kedime ne olacak

okumaya fırsat bulamadığım kitaplarla dolu raf

birkaç film, birkaç şarkı

düzinelerce de insan kaçıracağım

ne yazık

piyanomu yan komşunun kızına versinler

ya da satıp birkaç fatura ödesin annem

elimde kupam

madalyalarım boynumda mı ölsem

bakın bakın

ben dandik başarıların sultanıyım!

dercesine


belki… belki en iyi şiirlerimi

çoktan yazmadığıma inansam

belki tesadüfen biraz bukowskilik etsem

rastgeleliğim bir anlama bürünse

yaşamamın bir imkanı olabilir

omzumda bir el de yeterli

yoksa içten içe biliyorum ki

böyle gecelerin hepsini sağ atlatamam

elbet canıma tak edecek bir gün


o zaman 

kendimi ben bile durduramam