Kılı kırk yararak, boğazımda kırk düğümle yutkunmadan geçtiğim onca yolu şimdi yeniden yürümeye başlamak...


Korktuğum şeyle peşime düşmüş, bir şeyler eksilmişti. Kendi içimden kendi içime devinip duran sancılar artık dışarı taşmaya başlamıştı.

Bir şeyler yapmalıydı. Sorguladığım kendi hayatım, emdiğim kendi dilimin kanı ve saramadığım yaramla sanki kilometrelerce yol yürümüş gibi yorgun hissediyordum.

Belki geçecek, belki de içimde uçuramadığım çocukluk balonlarım gibi asılı kalacaktı.

Bir insan bir insandan nasıl gider hiç öğrenememiştim. Bilmiyor olmanın vermiş olduğu kararsızlık ve endişe ile bir yolu olmalı diyordum. Çünkü hep bir yolu vardı benim dünyamda. Olmalıydı! Çünkü en kolayı kestirip atmaktı. Bir yandan savaşçı ruhum oldurmaya çalışıyor, diğer yandan suskunluğumun keskinliği kalbime kesikler atıyordu. Bu derdi dökmedikçe bir kurt gibi yavaş yavaş kemirecekti beni.

Bir yolu olmalıydı. Doğum sancısı çeker gibi kıvranıp durmak, dilimin ucunda tutunmuş kelimeleri artık içeride tutmaya yetmiyordu. Dökülmeliydi kelimeler. Ya dökülüp saçılmalı, kırıp geçirmeliydi ya da kağıt kesiği yaralar gibi acıtmaya devam edecekti.


Düne dönmek iyi anıları düşünüp, bugünün ağır gerçeğini hafifletmiyordu artık.

Yorulmuşum ziyadesiyle...

Diyorum ki, şimdi dinleneyim biraz. Yaralarım başladı kanamaya ve biraz da ağır gelmeye başladı kalem, yüreğime...