Kış olmuştu, kar taneleri çam ağaçlarının yapraklarında birikmişti, mevsim kış olunca inanılmaz

şekilde içi soğur insanın camdan bakınca yahut yapraksız ağaçların dallarına dalınca.

Zühd dediğin, çorba, soba ve sevgiyle kolayca ısınır.

Yoksulluğun bir getirisi de budur işte.

Boş durmayı sevmez yapacak uğraş arar kendine kahramanımız, yorulmayı sever bilindiği üzere.

Zihni ve bedeni yormak ruhsal sancıları azaltır, düşünmez insan mesela nerden geldiğini, nereye

gideceğini, ne olduğunu unutmak için hırpalar durur kendini.

İşte yine öyle günlerden biri, bahçesinde

ağaçları var bir de bakmayı sevdiği gülleri.

Kış bu ya gül dalları kuru diken olmuş, gelmiş

budama mevsimi lakin elinde eldivenleri dahi yok giyeceği yediverenleri eldivensiz budamak

ne zordur ne ızdıraplıdır nasıl da acıtır dikenleri, fakat kahramanız katlanır. Bilir çünkü ilgisiz ve

sevgisiz kalan her şeyin kurumaya yok olmaya mahkûm olduğunu. Öyle ya günlerce emek verdi kahramanımız. Zaman geçti kış bitti takvimlerden ağustos oldu mevsimlerden yaz. Yükseldi dalları yediverenlerin.

Öykünün sonuna geldi sevgili okurumuz.

Sonra durdu ve Kahramanımızın ellerini

anımsadı, sevmeyiyse hiç bırakmadı.