Akşam oluyor, güneş nasıl da sessizce terk ediyor ufkumuzu.

Saat 20.00

Birazdan Muhittin gelir, usulca açar kahvenin kapısını. Topuklarını yeni temizlenmiş tahtaya vura vura masama yanaşır. Kahvede kimse olmaz bu vakitlerde, bir ben bir de çırak. İnsanlar bu vakitlerde akşam yemeğine gider buralarda, en geç iki saate de dönerler. Muhittin bunu fırsat bilip, her gün aynı saatte damlar masama, onu istemediğimi bile bile. Gelir, yavaşça yaklaşır, durumumu anlamak istercesine gözlerime uzun uzun bakar. Ben onu görünce başımı sallarım, gel demektir bu usulca başını sallar, tam karşıma oturur. İlk dakikalarda laf etmez pek, nabza göre şerbet arar ama konu hep aynıdır, girizgahlar ise her gün değişir. Bu benden mi ondan mı kaynaklanır henüz anlayamadım. Muhittin konuşmak için fırsat kollarken ben tütünümü sarar, dudaklarımda alevlerim. Köse bıyıklarım, dumanın arasında kaybolur. O da parlamentini çıkarır, kendine bir tane alıp, paketini içmeyeceğimi bilsede masaya koyar. Sessizce yakar, sever Muhittin zengin görünmeyi, parlament içişi bundandır. Gerçi söylesen gösteriş düşmanıdır, bu numaraları yemeyeceğimi bilir ama başkalarına yapmaktan alışmıştır artık, başka türlü huzur bulamaz.

Çırak iki kahve getirir, benimki sadedir, onunki orta. Muhittin çırağın cebine bir ellilik atar hep, bu yüzden de kahve ilk onun önüne konur, ses etmem.

Sigaralarımız yarılandığında, bugünlük işlerinden bahseder Muhittin, ne çok yorulduğunu ama ne çok da kazandığını anlatır. Zengin müşterilerini tarif eder, kendisine nasıl kur yaptıklarını anlatır, müşterilerinin nasıl ondan başkasına gidemeyeceklerini anlatır, göğsü kabararak.

Ben ayıp olmasın diye başımı sallar, dinlemiş görünürüm. Oysa o saatlerde kapının önüne vuran sarı ışıkta, sessizce ve tüm görkemiyle uzanan çınar ağacı hafifçe sallanır, gözlerim içerisinde kaybolur onun dallarında, yaşlanmış gövdesinde, büyüklüğünün endamında yitiririm kendimi. Güzel günlerden bahseder Muhittin, her gülüşünde topuklarını yere vurur. Bazen kahkahaları yırtınırcasınadır, karşısındakine aldırmaz. Oysa bilir onu nasıl bildiğimi. Gözlerindeki çocukluğun, nasıl yıllar yılı gözlerimden süzüldüğünü... O da beni bilir, ses etmem.

İçi rahatlar çünkü, dinleyecek kimsesi yoktur Muhittin'in, o kadar insan arasında, ne yaparsa yapsın, kime giderse gitsin, kendini benden başkasının göremeyeceğini bilir. İşte bu yüzdendir ki sövsem de bazen kafam atıp kovsamda ertesin gün dibimde bitmesi.

O da bilir benim de ondan başka kimsem olmadığını.

Birlikte içilmiş sigaralar, yüzlerce şişe, bitkin düşmüş ciğerler, gençlik naralarımız ne o zengin müşterilerin bakışında, ne de garibanın ağır aksak susuşunda görülebilir.

Masada sessizce geçen saatlerde, gençliğimizi düşünürüz hep. Kendimizi oyar dururuz. Çünkü ümitsizlikten değildir olanlar her defasında inanarak çıktığımız yolların boşluğa varması bitirmiştir bizi. Şeritler geçer kahvenin tozlu camından müdavimi olduğumuz meyhaneler, salçalık yaptığımız diskotekler, arkadaşlıklarımız, geleceğe dair planlarımız geçer, puslanır gözlerimiz, içimizdeki düğümün, çözülemeyişinin acısı boğazımıza yapışır, kurtulamayız. Susarız.

Bu yüzdendir karşımda kahvesini yudumlarken ağır ağır, bazen de yükselerek o günkü acısını dışarı vurması.

Yaralıdır Muhittin, elinde beceriksizce harcanmış bir yaşam, heba edilmiş gençlik, onun bunun düşüncelerinde kaybolmuşluk vardır.

Ne bugüne ne de yarına sahip olamama düşüncesi, yakıp kavurur içini.

Yaralıyımdır, suskunluğum buradan gelir.

Onca fırsatı, deliliğim yüzünden yitirmiş gökkuşağının daha gidilecek yedi rengi varken üçüncü renkte duraklamışımdır. Kısa sandığım duraklam bir ömür sürmüştür.

Oysa üç renk bile, yarını fısıldamıştır kulağıma, içimi ateşe vermiş yaşamın tutkusunu anlatmıştır.

Lakin ölüyümdür şimdi, yaşamak ağrısı yılan gibi sarmışken gövdemi mühürlenmiş gözlerimle susarım yalnızca.

Bunu bilir Muhittin, Muhittin'i bilirim ben.

İkimizde kadere karşı çıkmış, kendi yolumuzu kendimiz aydınlatmışızdır.

Çünkü çözmüşüzdür erken yaşta, başka ışıklar araya girince, insanın nasıl bir ömür sönük kaldığını.

Yine de bilmek yetmemiştir, sönmüşüzdür tersine. Ben küçük ihtiyar meclisinde kendimi kandırmış Muhittin'de babadan kalma butik otelde unutmuştur kendini.

Bu yüzden her gün kanar yarası, acısını ise, pohpohlanarak dindirir.

Bu yüzden her gün kanar yaram, acımı ise suskun çınar ağacının gövdesinde uyuyanlar bilir.