Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret. Yarı palavra yarı safsata...

-Elif Şafak/ Aşk-


Eğer onu tekrar karşıma alıp konuşabilseydim, onu ne kadar sevdiğimi söylerdim. Geceleri onu düşündüğümü, yediğim her lokmada, gittiğim her yerde ve hatta içtiğim suda bile onu gördüğümü.

Aşk'ın düşmanıdır korkaklık. Mutlu olduğunuz her an peşinizden gelir. Ben de de öyle oldu. Korktum, kaçtım ondan. Sandım ki onunla konuşmayı, onu konuşmayı bırakırsam kurtulurum bu korkaklıktan. Kurtuldum elbet ama yerini çok daha kötü, çok daha acımasız bir duyguya bıraktı. Özlem. Şimdi öyle çok özlüyorum ki onu. İnsan kendine ait olmayan bir şeyi özler mi? Özlüyorum işte.

Bir körün gün ışığını özlemesi gibi özlüyorum, Çölde susuz kalmış bir Bedevi'nin suyu özlemesi gibi özlüyorum, hatta öyle çok özlüyorum ki bir öksüzün anne özlemi gibi içimde ki bu özlem ona karşı. Unuturum sanmıştım onu. Yıllar geçtiğinde içimde ki özlem azalır, gönlümde incecik bir sızı bırakır ve kaybolur sanmıştım. Yıllar geçti, özlem geçmedi. İlk günkü gibi taze içimde. Neden dönmedin diye merak etmiş olabilirsiniz. Anlatayım.

Çok geç kaldım. Sevgiye, sevgiliye çok geç kaldım. Onu kaybedebileceğimi hiç düşünmemiştim ondan gittiğimde. Aklıma hiç gelmemişti bir asker eğlencesinde, sıkılan kör kurşunla öleceği. Hiç toprağın altına girişini göreceğimi düşünmemiştim. Ben sanmıştım ki benden uzakta mutlu olur. Ben, korkak biriyle olamaz diye düşünmüştüm onu. Son bir defa sarılamayacağım aklıma gelmemişti. Çok geç kaldım ben aşka. Sonra ne aşk uğradı kapıma pencereme ne de ben gittim aşkı ziyarete.

Huzur evinin penceresinden seyrediyorum artık hayatı. Bazı yaz akşamlarında kol kola sevgililer geçiyor kaldırımlardan. Gülüşüyorlar, sarılıyorlar, öpüşüyorlar... Buruk bir gülümseme beliriyor yüzümde. Kendimi onunla hayal ediyorum. Yaşlı bir kadının böyle şeyler hayal etmesi hep komik gelmiştir değil mi? Ne yapayım, ben sadece hayal edebiliyorum bu hayatta. Gençken cesaretim yoktu, şimdi aşk'ım yok. Yalnızım, yalnızlık kalbimin duvarlarında, odamın kokusunda, ölen sevdiğimin gülümseyen fotoğrafında. Yalnızlık bende, en kuytu köşelerimde gizli.

Mektuplar yazdım defalarca ona. Mezarının toprağına gömdüm. Benim ki boşa bir çırpınma işte. Ne o okuyabilir yazdıklarımı ne de ben anlayabilirim okuduğunu. Özürler diledim yıllarca, beni affet dedim. Bir gece ansınızın geldi rüyama. Yine o kahverengi ceketi ve şapkasıyla. Gencecikti yüzü, bense yaşlanmış, saçlarına aklar düşmüş bir kadındım karşısında. Ellerimi tuttu, yüzümü okşadı sarıldı bana. O kadar gerçekti ki sarılması bir an gerçek sandım. Seni seviyorum dedim, kafasını salladı. Affettim dedi. Uyandığımda ağlıyordum. Bir süre sessiz sessiz ağladım, ne kadar sürdü bilmiyorum. Öldüğümde ona kavuşmayı diliyorum. Tek dileğim bu. Ona sarılmak, koklamak istiyorum. Bir daha onu bırakmamak istiyorum.

Bunları size anlatıyorum ki siz de benim yaptığım korkaklığı yapmayın. Aşk'ın tuzağına düşmeyin. Pişman olun, hatalar yapın, affedin ama kaçmayın. Zaman o kadar acımasız ki. Ne giden geri gelebiliyor ne de zamanında söylenmesi gerekenler söylenebiliyor artık. Sevdiğiniz birisi varsa eğer, söyleyin bunu. Bırakın sizi sevsin, sizi reddetsin, ya da her ne olacaksa olsun. Yıllarımı geri verselerdi bana, o güne dönseydim eğer bir saniye bile düşünmezdim. Öleceğini bildiğim halde bir gün bile heba etmezdim korkaklığımdan.

Bazı yollardan dönmek çok zor oluyor. İnsan dediklerini yutamıyor, tıkanıyor boğazı. Korkuyor gelecekten, bilinmezden. Kaybettiğinde anlıyor yaptığı hatayı. Hayat kendisiyle dalga geçiyormuş gibi geliyor. Beklemeyin. Siz benim yaptığım hatayı yapmayın. Sevgi cesaret istiyor. Hayatsa yanlış kararlar vermeniz için bir ruh gibi arkanızdan geliyor.

Yine son sözlerimi ona olan sevgimle bitirmek istiyorum izninizle. O gün kaçtığım için pişmanım. Sen beni affettin artık bilirim, duyarım sesini rüyalarımda. Ben kendimi hiçbir zaman affedemedim. Mahşerde görüşürüz, sevgilim.


/Alıntı giriş için kullanılmış olup, hikayeyle doğrudan hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır./