Sarsıntılı bir düşüşün ilk çaresizlik paniğinde kendimi bir zirvenin en dip köşesinde hissediyorum. Fırtına uyarıları yapılmış bir kentte başıboş bir tekne gibi öylece savrulmayı bekliyorum. Doğacak güneşin ardından gelen soğuk havalar ayazda kavursa da tenimi, ben kelebeklerin uçuştuğu o mutlu yaz gününü düşünüyorum.


Ne kadar kayıtsız bakıyoruz hayata; ne kadar geç yaşıyor, erken ölüyoruz dünyada. Pastadaki mum sayısından değil, sırtındaki yükten öğrenir ruh yaşını insan. Ben kırmızı yanaklı, bol gülüşlü bir gençken de bükülmüştü belim yaşlılıktan.


Bir bahar günü keyifle çıkılan ilk yürüyüş gibi hayat bazen. Sonrası üstüme kalın bir şey giyseymişim pişmanlığı, sonsuz ürperti... Güneşli günleri gölgelemeye hakkı yok bulutların. Keşke yağmur da yeryüzüne indiği gibi özlemeseydi güneşi.


Önceleri saymayı öğrendin parmaklarınla sayıları. Sonra kederleri saymayı. En son yetmedi parmakların saymaya gözlerindeki dalışları. Ufuk çizgisini o gün öğrendin. Önce damlaları gördün, yağmurla tanıştın. Denizlere açıldın sonra ve bakışlarını derin bir bilinmezlik olan ufukta hapsettin. Sen bir balığın gözyaşısın, kendini denizden bir damla zannettin.


Çok oldu gecenin ıssızlığında omza bir hırka atıp dinlemeyeli cırcır böceklerini. Göğsümde bir kuş mezarlığı oluştuğundan beri takip etmiyorum gökteki sesleri. Çaresiz bir toprak başında gözyaşı döktüğümden beri biliyorum ki kederle filizlenmektir bazı çiçeklerin kaderi.


Bulutlardan öğrenmeli yaşamayı insan;

ve en çok da gölgelemeyi hüzünleri, bir güneşi saklar gibi

Usulca yağdığında yağmur, hissedilir mi sessiz heceleri?