Şu anda önümde defter, bir kamelyada oturmuş vaziyetteyim; yanıma iki yaşlı teyze geldi ve biri sualsiz karşıma oturdu, diğeri rahatsız etmek istemiyor olacak ki bir süreliğine ayakta dikilmeye devam etti. Zaten kıyısında oturduğum bankta nezaketen yana kayıp gözlerimi kısarak kadına döndüm ve oturması için buyur ettim, oturuverdi.


Aklımdan birçok şey geçiyor: “Şu an benim hakkımda ne düşünüyorlar? Acaba ne yazıp çizdiğimi anlamak için defterime kaçamak bakışlar atıyorlar mıdır? Ne yazdığımı bilseler ne olurdu sanki? Kuvvetle muhtemeldir ki şu an umurlarında olmayan tek şey genç bir delikanlının kalabalık ve gürültülü bir parkta defterine karaladıklarıdır.”


Düzinelerce harfin kazınmış olduğu, halinden pek hor kullanılmış olduğu açıkça görülebilen tahta bir masanın üzerinde yazıyorum bu satırları. Ne hakkında olduğuna hiç bakmadan zihnimden geçenleri işliyorum. Bunun için duramamıştım evde, birkaç kilometre dolandım ve sonunda kalabalığından çekindiğim parka sığınmak durumunda kaldım.


Biraz uzaklardan gözüme kestirdiğim bir adam evindeki sedire oturur gibi oturmuştu banka. Kolundaki saatten gözüme yansıyan sokak lambasının ışığı, yıllar önce adına yazdığım bir şiiri getirmişti aklıma.


Tam karşımdaki ağacın altındaki turuncu, tekir kedi henüz tuvaletini yapmış; ağacın çevresindeki toprağı patileriyle sürükleyerek suç mahallini örtmeye çalışıyordu. Çevremizde bu kediden daha pis pek çok insan yaşamaktadır fakat bu durum sizi hiç şaşırtmasın; düşünebilmek, (doğru) düşünmeyi şart koşmuyor.


Çevremi etraflıca incelemek arzusunda olsam da sol tarafımda muhabbet etmekte olan teyzeleri bakışlarımla rahatsız etmekten çekindiğimden gözlemimi kısıtlı tutacağım. Aslında defterimin üzerine düşen ellerinin gölgeleriyle konuşmanın hararetlendiği anların ritmini okumaya muktedirim.


Şiddetli bir rüzgarın etkisiyle parkın orta yerinde bir toz fırtınası koptu ve hemencecik duruldu. Sol tarafımda kalan sokak lambası nadiren göz kırpıp sonrasında uykusuna tekrar gömülmekteydi. Onu düşündükçe kendimi daha iyi anladığımı zannediyorum. Her şeye can vermek günün sonunda bizim elimizdeydi. Her neyse maruz kaldığımız, üzerine eğildiğimiz derece bizi ilgilendirmekteydi. Kelimelerle yeniden yaratılabilirdi, insan bile. Küçük, sıradan oluşlarda arıyordum kendimi. Gözümün önünde duranı görmeye karar vermiştim nihayetinde.


Bu saatlerde sokaklar, Mevlana’yı hoşgörüde kıskandırır cinstendir. Kim olduğuna bakmaz sokak, geceyi örtündüğü vakit dipsiz bir kuyu gibi kuşatır insanları.


Genç yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim başörtülü bir hanımefendi bisikleti taklit eden spor aletinin üstünde durmaksızın pedal çeviriyordu. Her birimiz de onunla birlikte pedal çeviriyorduk ve hızımızdan bağımsız hiçbir yere varamıyorduk. Bana öyle geliyor ki birçoğumuzun da bir yere varma niyeti yoktur. Bunda bir sakınca görmüyorum, belki de böyle yaşanmalıdır.


Şehrin is kokusunu duymak istemediğimden midir havayı adamakıllı içime çekmekten aciz olduğumu hissetmekteyim. Zaman zaman koku diye bir duyunun olduğunu anımsıyorum. Ovalayarak lambadan çıkardığım cini sigara denen illeti yok etmeye zorluyorum. Bunun üzerine cinlere inanmak istememi gülünç bulan hayat tam karşıma elinde sigara paketiyle yaşlı bir amcayı oturtuveriyor. Teyzenin kocası olduğuna hükmediyorum, vaktim dolmuşa benziyor. “İyi akşamlar”, diyerek şirin maskemi gözlerinin içine sokarcasına gülümsüyorum ve uzaklaşıyorum.