Ademoğlunun günah kokan nefesinden doğan çocuklardık. Nefesin acılığı ne kadar keskinse, ciğerler o kadar yanar ve yürek o kadar kanardı. Kanayan yalnızca yürek olsaydı, dimağa devrilen sahtekar ihtiraslar var olmazdı. Öyleyse, et ve kemikten ibaret olan bedenler sahiden birer kukladan ibaretti.

Taşları her daim yamuk olan kaldırımların arasından filizlenen çiçekler, omuzları geniş ve burunları dik büyük adamlar -aksine bakılırsa siyah rugan ayakkabılar- tarafından eziliyor ve öldürülüyordu. Katledilen kaldırım çiçeklerinin başucunda, büyük adamlara nefretle ancak bir o kadar da imrenerek bakan bir sokak çocuğu vardı o vakitlerde. Sokak çocuğu, üstüne yapıştırılan hatta artık ona bir giysi gibi giydirilen bu sıfattan rahatsızlık duymayı bırakmıştı. Zira sanki bu giysisini çıkarsa çırılçıplak kalacak ve birkaç kemik parçasının eşlik ettiği çürük vücudunu tüm evrene sergilemek zorunda olacaktı.


Bu hain düşünce onun cılız bedeninde bir ürperti meydana getirirken, esmer ancak soluk çehresi kötü bir haber almış gibi gerildi. Kuru, ince dudakları kalemle çizilmiş gibi yerine mıhlanmıştı ancak gökyüzünün bile gri bulutlarını layık gördüğü dideleri kızararak kısılmıştı. Tozlu kahverengi paltosunun zeminini ufak elleriyle silkeledi ve yerinden kalkarak ezik kaldırım çiçeklerinin yanına daha da yanaştı. Onlardan özür dilemek, insanoğlunun kirli nefesini teneffüs etmek durumunda kaldıkları için ağlamak istiyordu.


Henüz sekiz yaşında olmalıydı. Aslına bakılırsa bu bilgiden bile muaftı. Onu terk eden üç kuruş etmez ailesi tarafından bu konuda bilgilendirilmemiş, yaşamının da üç yılını devlete hizmet eden üniformalı adamlardan kaçarak geçirmişti.


Dalgın irisleri, katli gerçekleştirilmiş çiçeğin yamacında netleştiği vakit, kımıldamayan dudakları şaşkınlıkla ovalleşti. Daha evvel görmediği bir cisim, gözlerine ilişmiş ve dimağında büyük bir fırtınaya sebebiyet vermişti. Sokak çocuğu, kupkuru kirli ellerini bacaklarına sardı ve çekingen bir tavırla parlak olan taş parçasına uzaktan uzaktan baktı. Onu avuçlamak, tüm uzuvlarından hissetmek istiyor ancak ne olduğu belirsiz cansız varlıktan korkuyordu. Küçücük yüreği, göğsünü alacaklısı varmış gibi dövüyordu.


Bu yeni vukuat, onun donuk mimiklerini sihirli bir el okşamışçasına yeşertti ve ölü gözlerine baharı getirdi. Birkaç habersiz dakikadan sonra cesaretini toplamış ve avuçlarının içine parlayan bu cismi hapsetmişti.


Parmaklarının uçlarından, avcuna kadar uzanan bir kavuşmanın soğukluğu ile irkilirken kırık dudaklarında tarifi olmayan bir gülümseme peydahlandı. Sokak çocuğu, öyle güzel gülmüştü ki sokak hayvanları onun bu neşesinin karşısında saygıyla eğilmeden edememişti. Ya da o öyle sanmış, kendini tatmin etmişti.


Sokak çocuğunun kırık neşesi kısa sürdü. Elindeki parlak taşı henüz keşfetmeden; kaldırımları tıpkı yüreğinin göğsünü dövdüğü gibi döven ayakkabı seslerini duymuş, dudaklarını ısırarak ayaklanmıştı. Üzerine çok büyük gelen kahve paltosu, ezilen kaldırım çiçeğinin üzerine düşerken, bakışları ona doğru koşan takım elbiseli büyük adamlardan başka yerde değildi.


Sokak çocuğu, o büyük adamların onun peşinde olduğunu şuuru büyüden uyanınca fark etti ve büyük paltosuna takıla takıla koşmaya başladı. Artık yüreğindeki masum çırpınışa kara bir mürekkep dökülmüş, hakikatli bir korku tüm uzuvlarındaki masumiyeti tıpkı kaldırım çiçekleri gibi aciz kılmıştı.


Sokak çocuğu, peşine taktığı iki büyük adamla birlikte şehrin kalabalık olmayan sokaklarında koşup durdu. İncecik bacaklarındaki derman gitgide zemine devrilirken, paltosunun yükü onun iyiden iyiye canını yakmaya başlamıştı. Tüm bunlara nazaran elindeki taşı bırakmayacak kadar cesaretli hissediyordu. Bu cesareti, gölgesini aslan sanan bir kediden halliceydi.


Mecali artık tükendiği vakit, peşindeki iri yarı adamlardan kısa olanı onu ensesinden tuttuğu gibi kaldırıma yapıştırdı. Sokak çocuğunun dudaklarından acı bir sancı koparken, yüzüne aldığı tarifi zor olan darbelerin altında ezildi de ezildi. Bir müddet sonra debelenmeyi bırakmış ve iki koca adamın sanki karşılarında yetişkin bir adam varmışçasına ettikleri hakaretleri ve attıkları dayakları sükunetle karşılamaya başlamıştı.


O an yüreği kasıldı ve gökyüzünden suretine akan yağmur damlalarının ardındaki güneş ile yüzünde yeniden bir tebessüm filizlendi. Güneş, elindeki taştan bile parlaktı. Bu hakikat ile başına bir darbe aldı ve artık hissetmediği acının son zerresini tatmış oldu.


Dünyanın kendisine sığdıramadığı ufak ellerinin içindeki değerli taş önemli adamlar tarafından koparıldı. Kirli saçlarının arasından akan kan damlaları, yamacındaki ezik kaldırım çiçeğini sularken; paltosu üzerinde artık hafif bir vaziyet almıştı.


Kaldırım çocuğu, saçlarının aksine kirli olmayan son nefesini göğe bırakırken hiç mutsuz değildi. O, kainatın en parlak cismine sahipti artık. Üstelik, kimse onu ondan almaya çalışmayacak ve artık kimse kaldırım çocuğunun canını yakmayacaktı.