Dışarıdaki yağmurlu hava kendimi aramamda bana çok yardımcı oluyor. Bazılarına göre bunun adı ilham. Ancak, ben bunun ilham olduğuna pek inanmıyorum. Bana sordukları zaman ise, ‘’bilmiyorum,’’ diyorum. Ben duruma henüz bir isim bulamadım. Günüm deftere karalamalar yapmakla geçiyor. Odam, bu kahverengi dört duvar, kendime yarattığım bu küçük dünya, beni dış dünyadan koruyor. Dış dünyadan çok korkuyorum. Her türlü ilişkiden ve iletişimden kaçınıyorum. Neden mi? Orası biraz karışık ve uzun. Babam ben çok küçükken beni terk etmiş. Terk etme sebebini bilmiyorum. Hiçbir zaman öğrenemedim. Bir gün mutfakta krem rengi yemek masamızda yemek yiyordum. Annem de o sırada ocağı siliyordu. O zamanlar beş yaşındaydım. Önüme bir tabak pilav koydu. Bulgur pilavı…Onunla da hiç barışamadım. Ellerim, o zamanlar daha sonra atlattığım hastalıktan ötürü titriyordu. Yemeğimi yerken kaşığımdaki pilavın yarısını, annemin iki gün önce sildiği halının üstüne döktüm. Bana öyle bir bağırdı ki gözlerindeki o öfkeyi daha dün gibi hatırlıyorum: O ela gözlerinde bir orman yangını vardı sanki. Kaşığı elimden alıp:

Ortalığı daha dün temizledim! Yemek yemeyi nasıl beceremezsin ya! Aynı baban gibisin! Bir işi de düzgün yap artık!

Ardından kaşığı alıp önce ağzıma sonra kafama vurdu. Annemin sesinden öyle irkilmiştim ki bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yandan da özür dilemeye çalışıyordum. Özür dilerken kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Ağlamaktan sesim kısılmıştı. Annemin öfkesinden kaçabilmek için odama koştum. Ellerim daha da şiddetli titremeye başladı. Öyle ki ellerimle gözyaşlarımı dahi silemediğimi hatırlıyorum. O gün akşam, annemin dedikleri beynimde yankılanıyordu; uyuyamıyordum. O şiddeti hissettikçe daha çok titriyordum. Şimdi düşünüyorum da uzun bir süre sonra ilk defa babamdan bahsetmişti. Acaba babam da yemek yerken sağa sola döküyor muydu? Yoksa babam başladığı hiçbir işi düzgün yapamıyor muydu? Babam kimdi? Beni, annemi neden terk etti? Bu sorular zihnimi o günden beri meşgul ediyor.

Odam benim en güvende hissettiğim yerdir. Öyle ki odamda ayna bile yoktur, kendimi dahi görmem. Odadan içeri girdiğimde beni ceviz masam karşılar. O masanın üzerinde daima bir kalem ve iki defter bulunur. Bu defterlerden birisi de eskiz defterim. Böyle havalarda içimden ne gelirse o deftere bazı taslaklar çizerim. Kalemim ve defterlerim benim tek varlığım. Şu kocaman evdeki yalnızlığımı bir tek o gideriyor. Tabii havanın etkisini de göz ardı edemem. Güneşli havalarda elim kalemime gitmez. Dış dünyada tek sevdiğim ve bana çok yardımcı olan tek şey havadır: Puslu ve hafif rüzgârlı bir hava. Dış dünyada bir tek ondan korkmam. Bu hava dışında ise korktuğum birçok şey var. Mesela insanlar. Mesela binalar. Mesela annem. Benim için dış dünya odamın dışında kalan alandır. Annem, yirmi yaşımdayken beni terk ettiğinden beri sokaklardan da korkarım: Bir gün, bir kaldırımda yürürken veya fırında sıra beklerken karşılaşırım diye çok korkuyorum. Bu dünyada terk edilmiş bir çocuğum aslında. Sahip olduğum üç şey var: Kalemim, eskiz defterim ve çizim defterim. 

Küçükken ellerimin titremesine sebep olan hastalığımı nasıl atlattığımı pek hatırlamıyorum. Sadece, bir tedavi yöntemi olarak bana çizim yapmam gerektiği söylendiğini hatırlıyorum. Sanırım o zamanlar on iki yaşındaydım. On iki yaşında olabilirim çünkü o zamanlar altıncı sınıfta bir dersimiz için eskiz çalışması yaptığımızı hatırlıyorum. Her hafta bazı tasarımlar yapar ve bunların taslaklarını defterimize çizerdik. İster tedavi yöntemi olsun isterse o altıncı sınıftaki dersim olsun fark etmez: Çizim yapmaya başladığım günden beri bu dostlarımı çok seviyorum. Aramızda başta hiç anlam veremediğim son zamanlarda da anlamını aramayı bıraktığım bir bağ oluştu. 

Kapım mı çalıyor? Odamın kapısı mı bu? Evimin anahtarı başka kimsede yok ki! Hem ben iki senedir bu evde yalnız yaşıyorum. Bu kapıdaki kim öyleyse?! Korkuyorum! Anne!!!